29 Mart 2022 Salı

18 Ekim 2021 Pazartesi

1 Eylül 2020 Salı

“DOMATTTES, BİBER, PATLICAAAANN ! ...” SÖZLEŞMELİ TARIMSAL ÜRETİM MODELİ


https://antalyabugun.com/tr/makale/domatttes-biber-patlicaaaann-26019.html
Yayın tarihi: 01.09.2020

“DOMATTTES, BİBER, PATLICAAAANN ! ...”
SÖZLEŞMELİ TARIMSAL ÜRETİM MODELİ  

A.   Ürün piyasa arzı ve fiyatı her yıl dönemsel olarak niçin dalgalanıyor ki?
Gün geçmiyor ki ülkemizde tarım ürünü piyasa fiyat düzeylerindeki ani dalgalanmalar konuşulmuyor olsun. Bir türlü, ürün hasadı ile başlayan arz yığılmasını, yılın diğer aylarına kontrollü bir şekilde dağıtmayı başaramıyoruz. Piyasa düzenlemesi denen işlemi rayına oturtamıyoruz.  Serbest piyasa koşullarının zorladığı arz ve talep buluşmasına göre ürün fiyatı şekillenmesini hep beraber izliyoruz. Piyasa fiyatı düşükse üretici eğer yüksekse de tüketici isyan ediyor. Biz de o zaman bir sorun olduğunu anlayıp hemen en kolay pansuman tedbirlere başvuruyoruz. “Bu seneyi atlatalım inşallah seneye Allah kerim” kodlamasına geçiyoruz ve bu örümcek ağı sarmalından maalesef bir türlü çıkamıyoruz. Özetle “ürün arzını, sağlıklı piyasa mekanizmaları ile kontrol edemiyoruz.”
Depolanması zor, raf ömrü kısa ve pazarlanma süresi diğer ürünlere oranla daha az olan yaş sebzelerdeki ani fiyat dalgalanması durumunu, çok kısa dönemlerde yaşandığını belirgin bir şekilde izleyebiliyoruz. İlk ürün hasat edilmeye başlandığı zaman şekillenen fiyatın geçen yıla göre çok daha düşük düzeyde kaldığı, maliyetin altında olduğu yönündeki memnuniyetsizliğin her hasat döneminde tekrarlandığını yazılı ve görsel medyadan da görebiliyoruz. Örneğin Bursa’da salçalık domatesin fabrikalarla yapılan 2 Tl/kg dolayındaki sözleşmeli alım ilanına karşın neredeyse 1 TL/kg altında işlem görmesi, aynı şekilde Maraş biberinin beklenen 3,5 TL/kg yerine 2,5 TL/kg olarak alıcı bulması gibi.
Peki, o zaman özellikle sebze arzında ve fiyat dalgalanmasında yaşanan bu sorunun temel kaynağı nedir? Niçin her yıl aynı döngü yaşanmaktadır?
Üretici de tüketici de aynı görüntüyü her yıl izlemekten uyuşmuş gibi, sanki kanıksamış gibi gelişmeleri. Yaşamın bir parçası olmuş yanlışlar adeta. Sorunlara toplumsal bağışıklık kazanmak bu olsa gerek. Her yıl pazarlama döneminde ortaya çıkan fiyat virüsündeki dalgalanmaya karşı aşılanmış olmak gibi bir şey bu durum. Fiyat düzeyleri etkilemiyor üreticiyi, biraz tepki gösterilip atlatılıyor süreç, “yan etkisine alıştık seneye de bekleriz” denilir gibi sanki. Ekonomi mi? Ne ekonomik dengesi, kuralı, teorisi? Kim iktisadi işletme, karlılık vs istiyor ki? Yaşam biçimi olmuş bu gelişmeler. Kimse karışmasın isteniyor adeta. Dertleriyle mutlu mesut bir aile olunmuş.
Kim istiyor ki üretim planlaması, arz kontrolü, piyasa düzeni, sözleşmeli tarım olsun veya kooperatifçilik gelişsin?
Ne olacak yani sözleşmeli tarıma geçilirse? Ne demek, “sözleşmeli tarım”? Hangi sorunu çözecek bu yaklaşım? Bakalım o zaman ülkedeki duruma. Sonrasında kooperatifçiliği masaya yatırırız inşallah.
B.    Sözleşmeli tarım veya sözleşmeli tarımsal üretim modeli çare mi?
Sözleşmeli tarım veya üretim modeli, bir tarım politikası düzenleme aracı olarak çok farklı amaçlar için kullanılabilmektedir. Örneğin istenen tarımsal üretim desenini oluşturmada önemli bir araç olarak tercih edilebilirken ürüne pazar garantisi sağlayan bir destekleme politikası aracı olarak da sözleşmeli tarım uygulaması düşünülebilmektedir. Bu model, sadece Türkiye’ye özgü bir politika uygulama aracı olmayıp dünyada hemen her ülke tarımında farklı amaçlarla ve farklı içeriklerde uygulanmaktadır. Ancak büyük çoğunluğunda ortak bir yön olarak, “ürüne pazar ve fiyat garantisi verme” konusu öne çıkmaktadır. Bu yolla sözleşme ortağı olan alıcı tarafı, tedarik edeceği ürün miktarını garantilerken üretici tarafı, pazarı ve fiyatı dolayısıyla geliri garantilemek istemektedir.
Genel olarak “sözleşmeli tarım modelinde” üzerinde durulması gereken bazı temel konular olup bunlardan öne çıkanlar ve Türkiye’deki yasal çerçeve aşağıda belirtilmiştir. Bunların varlığı veya önem dereceleri, her ülkenin izlemiş olduğu tarım politikası kapsamına göre farklılık göstermektedir
a. Sözleşmeli tarımsal üretimde bazı genel kabuller
§     Bu modelde, tüm tarımsal üretimin mutlaka sözleşmeli olması gerektiği ve bunun zorunluluk olduğu anlamı çıkarılmamalıdır. Temel yaklaşım; eğer üretim sözleşmeli olarak yapılacak ise yani sözleşmenin her iki tarafı da buna onay vermiş ise gerçekleştirilen sözleşmenin içeriğine uyma zorunluluğu yanında konuyla ilgili uygulamadaki mevcut diğer bazı temel çerçeve yasal düzenlemelere de uyulması gereklidir.
§     Sözleşmeli üretim konusu, isteyen üreticinin tercihine yönelik bir durumdur. Ancak bazı alıcılar da vardır ki bunlar da sadece sözleşmeli üretim modeliyle üreticiden ürün temini yapmak isteyebilirler. Bu da alıcının tercihine dayalı bir durumdur. Ancak bazı ürünler için, üretici örgütü dışında bir alıcı olması ve piyasada monopol veya oligopol oluşturma etkisi söz konusu ise serbest rekabet ortamı kısıtlanmış olduğundan üretici aleyhine bir gelişme yaşanması olasılığı da olabilir.
b. Türkiye’de sözleşmeli tarımsal üretime yönelik yasal yapı yeterli mi?
§     Sözleşmeli üretimin temel yasal dayanağı Türkiye’de Borçlar Kanunu (No.6098) olup temel ilke “sözleşmelerin serbestliğidir”. Sözleşmenin tüm tarafları, kanunda belirtilen temel kurallara göre sözleşmenin içeriğini kanunun temel kurallarına bağlı kalarak karşılıklı anlaşmayla serbestçe belirleyebilirler.
§     Sadece tarımsal üretim gibi bazı alanlarda kamu yararı gözetilerek Borçlar Kanunu’na uygun “Tip-Örnek Sözleşme” uygulamaları geliştirilip ilgili bakanlık yönetmelik ve tebliğleri ile ilan edilebilir. Nitekim Türkiye’de ilk olarak 1996’da "Sözleşmeli Ürün Yetiştiriciliği ile İlgili Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ" (RG. 22682 sayı) yayınlanmıştır. Daha sonra 2006 tarihli Tarım Kanunu (RG.26149) ile birlikte tebliğ düzenlemesine son verilmiş ve 2008’de “Sözleşmeli Üretimle İlgili Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” (RG.26858) uygulanmaya başlanmış, 2014’de de revize edilmiştir.
§     Yönetmelik; tarımsal üretim yapan üretici ve yetiştiriciler veya temsil yetkisine sahip üretici örgütleri ile bunların ürünlerini satın alacaklar arasında akdedilen usulleri kapsar (md.2). Eğer sözleşmeli üretim yapılacaksa bu yönetmeliğe ve kapsamına uyum zorunludur. Her türlü işlenmemiş ham tarım ürünü bu kapsamdadır (md.2/i). Sözleşmeli üretim yapacak işletmenin Çiftçi Kayıt Sitemi (ÇKS)’ne ve/veya Tarımsal Üretim Kayıt Sistemi (TUKAS)’ne kaydı zorunludur (md.3/2).
§     Yönetmeliğe göre sözleşme kapsamında; tarafları tanıtıcı hukuki bilgilerin, üretim yöntemi ve işlemler, ürün çeşidi ve miktarı, doğal afet durumu, ürün fiyatı, ödeme zamanı ve şekli, sözleşme süresi, anlaşmazlık durumu ve çözümü gibi temel konulara (md.5-8) yer verilir.
c. Ülke olarak sözleşmeli tarımsal üretim deneyimimiz var mı?
Türkiye’de geçmişte olduğu gibi günümüzde de, hemen her bölgede ve pek çok üründe olmak üzere, üreticiler veya temsilcileri olan örgütleri ile ihracatçı, işleyici ve diğer alıcılarla sözleşmeli tarımsal üretim faaliyeti sürdürülmektedir. Bunlardan en bilinenleri örnek olması bakımından konu başlıkları halinde aşağıda sıralanmıştır:
§    Organik tarım ve iyi tarım kapsamlı üretim uygulamaları
§    Trakya’da ayçiçeği, Bursa’da salçalık domates ve meyve suyu, Niğde’de elma ve Nevşehir’de şaraplık üzüm, Malatya’da kuru kayısı ve Karadeniz Bölgesi’nde çay üretimi
§    Manisa ve İzmir’de ihraç kuru üzüm, Adana’da pamuk ve Türkiye’de şeker pancarı üretimi
§    Hibrit hububat, mısır, ayçiçeği tohumu üretimi, silajlık mısır üretimi
§    Kooperatifler üzerinden çiğ süt üretimi, etlik piliç ve damızlık yumurta üretimi, damızlık BB ve KB hayvan yetiştiriciliği, besi hayvanı yetiştiriciliği
§    İhraç amaçlı yaş meyve ve sebze üretimi ve diğer sözleşmeli üretimler
Anlaşıldığı gibi, ihtiyaç duyan tüm üretici ve alıcılar, kendi aralarında serbest bir şekilde ancak mevcut yönetmelik kurallarına uyarak sözleşmeli tarımsal üretim yapabilirler.
O halde, ülkede böyle bir model deneyimi ve yasal düzenleme altyapısı olmasına karşın niçin ülkede her yıl normal piyasa seyri dışında arz dalgalanması ve dönemsel fiyat dengesizliği sorunu oluşmaktadır?  Ülke üretiminin büyük oranda sözleşmeli tarımla sürdürülmesi ve böylece bu sorunların aşılması söz konusu olabilir mi?
C.    Sözleşmeli tarım modelinde her şey güllük gülistanlık mı?
Kuşkusuz teorik bir yaklaşımla bunun olabileceği söylenebilirken uygulamada bunu başarabilmenin bazı engelleri ve zorlukları da bulunduğu görülmektedir:
§     Üreticiler büyük oranda bireysel hareket etmekte örgütlü bir yapı ile sözleşmenin tarafı olamamaktadırlar. Böylece sözleşmenin koşulları konusunda rekabet güçleri zayıflamakta ve daha çok kabullenen bir pozisyonda yer almaktadırlar.
§     Mevcut sözleşmeler yazılı hukuk kurallarına göre değil örfi hukukun gereklerine göre “sözlü” olarak gerçekleştirilmektedir. Güven sermayesi baskın tercih olarak öne çıkmaktadır.
§     İşleme ve ihracat gibi amaçlar taşıyan özellikli tarım ürünleri dışında genellikle arz fazlası olan ve istenildiği zaman piyasadan bulunan ürünler için alıcı taraflar sözleşme yapmaya gerek duymamaktadırlar.
§     Ülkedeki tarımsal ürün işleme sanayi kuruluşları kapasite, finans ve hedef pazar büyüklüğü vb ekonomik göstergeler açısından kapsamlı sözleşmeli üretim modeli yürütecek yeterli ölçeğe sahip değiller.
§     Üreticiler tüzel kişiliğe sahip kurumlarla sözleşmeli tarım yapma yerine, özellikle hasat ve ürün teslimi öncesinde ihtiyaç duyduğu dönemde finans imkânı sağlayan tüccarlarla çalışmayı daha çok tercih etmektedirler.
§     Mevcut tarımsal işletmelerin çoğunlukla parçalı ve küçük ölçeklerde olması nedeniyle üretim miktarları da fazla olmamakta, pazarlamada sorun yaşamayacağını düşünmektedirler.
§     Sözleşme kapsamında ürün özellikleri konusunda belirtilen kriterleri sağlamada zorluklar yaşanmakta, ürün teslimi anında kalite düşüklüğü gerekçe gösterilerek fiyat düşürülmesi durumları sıkça yaşanmaktadır.
§     Sözleşme koşulları genellikle güçlü alıcı lehine şekillenmekte ve çoğu bireysel olarak hareket eden üreticiler fazlaca söz sahibi olamamaktadırlar.
§     Alıcı tarafın kamu kurumu veya kamu iktisadi teşebbüsü olması durumunda, devlete güven ve kamunun üreticiyi koruma politikası gibi yaklaşımlar nedeniyle sözleşmeli tarımda daha fazla tercih edilmelerine karşın tüm ürünlerde böyle bir seçenek söz konusu değildir.
D.   Son söz: Küçük üreticiler bireysel sözleşmesin, güçlerini birleştirsin ve örgütlensin!
Velhasıl özellikle küçük üreticiler için arz ve fiyat dalgalanmasının önüne geçebilecek örgütlü sözleşmeli üretim modeli bir çıkış alanı olarak görülmesine karşın belirtilen nedenlerle uygulamada sözleşmeli üretim modeline yaklaşım, özellikli ürünler ve amaçlar dışında sınırlı kalmaktadır. Büyük ölçekli üretimler ve büyük işletmeler için ise zaten pazarlama sorunu fazlaca yaşanmamaktadır.
Dolayısıyla gelinen noktada, ülkedeki mevcut parçalı ve küçük ölçekli ekonomik yapı, üreticilerin aslında örgütlü olarak ürünlerini sözleşmeli veya diğer şekillerde pazarlaması gerektiği gerçeğini ortaya çıkarmasına karşın maalesef bunun niçin başarılamadığını bilimsel olarak izah etme olanağı bulunmamaktadır.
Seneye de maalesef aynı türküyü dinleyeceğiz anlaşılan.
Öyle ki, ülkede küçük üreticilerin örgütlenmesi tamamlanmış olana kadar.
“DOMATTTES, BİBER, PATLICAAAANN ! ...” (Rahmetli Barış Manço’dan)
                                                                    01.09.2020
Prof.Dr.Cengiz SAYIN

9 Ağustos 2020 Pazar

GENÇ TARIMCILAR GELECEĞE HAZIRLANIYOR


Genç Tarımcılar Geleceğe Hazırlanıyor...
Igdır Üniversitesi / Tarım Kulübü
10 Ocak 2018
https://youtu.be/2gVbT5PVl30
https://youtu.be/2gVbT5PVl30

29 Temmuz 2020 Çarşamba

COVİT VE TARIM ETKİSİ


COVİT VE TARIM ETKİSİ   01.06.2020  / EKOTÜRK TV  / ATED

https://www.youtube.com/watch?v=_QvZbCZwfTo&list=PLzDTlpT_wsyhRt-X4YHgNN84kL-WRWrio

TÜRKİYE'DE ET SEKTÖRÜ VE KURBAN PİYASASI


  TÜRKİYE'DE ET SEKTÖRÜ VE KURBAN PİYASASI  22.07.2020 / YOUTUBE PANEL / ATED
    https://www.youtube.com/watch?v=PhXdLmsVmNI



KURBAN’ın OLAYIM ! SAMAN’ım NEREDE !

https://antalyabugun.com/tr/makale/kurbanin-olayim-samanim-nerede-25928.html

Yayın tarihi: 29.07.2020

KURBAN’ın OLAYIM ! SAMAN’ım NEREDE !


İslam âleminin dini bayramlarından birisi olan Kurban Bayramı’na inşallah Cuma günü sabahı Bayram Namazı ile birlikte başlamış olacağız. Şimdiden kurbanlarımızı Allah kabul etsin, hep birlikte ülke olarak sağlıklı ve huzurlu bir bayram geçirme dileğiyle, cümlemize hayırlı ve mübarek olsun inşallah.
Kurban olayı sadece manevi bir görevi yerine getirmeye yarayan islami bir ritüel olmayıp aynı zamanda ülkedeki diğer milli ve dini bayramlardan biraz daha farklı olarak, ülke ekonomisinde ve özelde ise hayvancılık sektörü ile buna bağlı tüm faaliyet alanlarında çok önemli ekonomik rolü ve yaygın etkisi olan bir faaliyet olarak öne çıkmaktadır.
Yılın çok kısa bir dönemi için ülke genelinde bakın neler yaşanmaktadır:

§     Milyon düzeyinde hayvan kesimi için milyona yaklaşan büyükbaş ve küçükbaş hayvan beslenmekte,
§     Kent merkezlerinde dev kurban pazarı organizasyonları kurulmakta,
§     Binlerce üretici, kırdan kente hayvanlarıyla hareket edip kısa süreli yerleşim yapmakta,
§     Kurban alımı nedeniyle milyar TL dolayında çoğunluğu nakit olan para piyasa sürülmekte,
§     Yoğun bayram alışverişi yapılarak piyasalara can suyu sağlanmakta,
§     Bir anda milyon ton dolayında kırmızı et stoku ve arzı oluşmakta,
§     Tüm yılı bekleyen milyon adet besi işletmesi gelirini bu döneme bağlamakta,
§     Deri sanayi hammadde talebinin büyük çoğunluğu bu dönemde karşılanmakta,
§     Besicilerin alışveriş yapmış olduğu hayvancılık üretim faaliyetine bağlı başta yem sanayi olmak üzere diğer tüm girdi sağlayan alanlara sermaye akışı bu dönemden sonra hızlanmakta,
§     Çoğunlukla besicilik ile birlikte tamamlayıcı faaliyet olarak süt işletmeciliği sürdürüldüğünden bekleyen süt işletmeleri ihtiyaçları giderilmekte,
§     Üretici geliri artmakta ve borç ödeme gücü oluşmakta,
§     Bir sonraki dönem için hayvan alımı ve diğer hazırlıklar besi hayvanı piyasasını canlandırmaktadır.
Velhasıl kaynağı dini vecibeler olan kurban bayramı vesilesi ile bir hayvan canından olmaktayken pek çok hayat ve faaliyet de yoğun ve hızlandırılmış bir ekonomik süreç yaşayarak can bulmaktadır.
Kuşkusuz çıkış amacına uygun olarak da hem bir manevi görev yerine getirilmekte hem de geçim sıkıntısı olan ailelerle “duygu paylaşım köprüsü” kurulmaktadır.
Her yıl kurban bayramı nedeniyle daha yoğun olarak ülke gündemine gelen ve sadece “kurbanlık fiyatları” ile manşetlere taşınan hayvancılık üretim faaliyetinin ve bu sektörle ilişkili genel ekonomik durumun “hayvancılık politikaları” çerçevesinde çok iyi analiz edilmesi gerekmektedir.
Konunun günümüzde sadece yetiştirme bilgisi ile sınırlı olmadığı ve “ekonomik boyutun” üretime devam kararlarında çok daha etkili olduğu noktaya doğru gelinmiştir. Bu kapsamda; işletme ölçeği, besi maliyeti, girdi temini, karkas verimlilik, damızlık materyal temini, kırmızı et piyasası oluşumu, kesimhane ve mezbahalar, canlı hayvan borsası, üretici danışmanlığı, dış koruma, hayvancılık destekleme politikaları, üretici örgütlenmesi, işleme sanayi ve perakende piyasalar gibi konulara ilişkin doğru cevapların hazır olması gerekmektedir.
Peki o zaman geldiğimiz noktada, Türkiye’de hayvancılıkla ilgili genel fotoğrafta neler yer almaktadır. Temel bazı saptamalara bakmakta yarar görülmektedir:
§     Türkiye tarımsal üretim değeri 50 milyar TL dolayında olup hayvansal üretimin payı %50’nin altındadır. Yakın geçmişte %35’ler düzeyindedir. AB’de ise ortalama değer olarak hayvancılığın katkısı %60’lar dolayındadır.
§     Ülkede hayvancılığı canlandırmak için verilen destekler toplamı yıllık 38,5 milyar TL dolayındadır.
§     Hayvancılıkla uğraşan tarım işletmesi sayısı 1,5 milyon adet dolayındadır. Hayvancılık işletmeleri genellikle süt işletmeleri olarak faaliyet sürdürmekle birlikte aynı zamanda uygun erkek besi materyallerini değerlendirmek ve işletme nakit ihtiyacı için yan uğraş olarak besicilik yapmaktadırlar. Yani besi işletmeleri çoğunlukla süt işletmelerinin tamamlayıcısı durumunda kalmakta ve ihtisas işletmesi özelliğine dönüşme çabaları ve bu tip işletmelerin varlığı konusu ülkede henüz yeni şekillenmektedir.
§     Toplam hayvan varlığı 17,7 milyon Büyük Baş (BB) ve 48,5 milyon Küçük Baş (KB) olmak üzere yaklaşık 70 milyon baş dolayındadır. Mevcut sığırların %90’dan fazlası kültür ve melezdir.
§     Sağılan hayvan sayısı 6 milyon BB) ve 26 milyon KB olmak üzere toplam 32 milyon baş’tır.  Toplam süt üretimi ise 23 milyon ton olup bunun 21 milyon tonu BB ve 2 milyon tonu KB kaynaklıdır. Süt verim düzeyi BB için 3,5 ton/yıl dolayında olup AB ortalamasının yarısı düzeyindedir.
§     Kesilen hayvan sayısı 3,6 milyon BB ve 6 milyon KB olmak üzere toplam 9,6 milyon baş’tır. Bunlardan kurban bayramında kesilenlerin oranı ise BB için %25 ve KB için ise %60 dolayındadır.
Toplam kırmızı et üretimi 1,2 milyon ton olup bunun sadece 130 bin tona yakını KB kaynaklıdır. Et verimi, BB için 218 kg/baş ve koyunda 20 kg/baş dolayında olup AB ortalamasının biraz altındadır.
§     Kişi başına kırmızı et tüketimi 15 kg dolayındadır. Yaklaşık 2,1 milyon ton beyaz et üretimi de eklendiğinde toplam et üretimi 3,3 milyon tona ulaşmakta ve kişi başı toplam et tüketim rakamı ancak 40 kg’a yaklaşmaktadır. Bu rakam AB ortalamasının yarısı kadar olmakla birlikte AB’de kırmızı etin yarısı domuz etinden sağlanmaktadır.
Temel yaklaşım ise sağlıklı beslenme için kg başına alınması gereken proteinin en az yarısının hayvansal kaynaklı olması gerektiği yönündedir. Bu oran FAO hesaplarına göre Türkiye’de 1/3’ün biraz üzerinde yer almaktadır.
Kırmızı et arzı yetersizliği ve piyasa fiyatlarında yükselme yaşandığı dönemlerde, özellikli damızlık materyal ihtiyacı ve ikili anlaşmalar durumu hariç yurt dışından “kesim yapılacak canlı besi hayvanı” ve arz yetersizliği şiddetine bağlı olarak doğrudan “karkas et” dış alımına başvurulmuştur. Bu amaçla, damızlık ve besi sığırı olmak üzere 2015 yılından bu yana ülkeye toplam 3 milyon baş dolayında sığır ve 750 bin baş dolayında koyun ithalatı yapılmış olduğu bilinmektedir.
Diğer yandan, hayvancılıkta, iç piyasayı düzenleme ve tüketiciyi koruma gibi amaçlar da olsa ithalata başvurma seçeneği, genel bir algı olarak hiçbir zaman üreticiler tarafından kabul gören bir gelişme olmamıştır. Ancak bu konunun çok taraflı yönleri dolayısıyla, bir başka zaman ayrıntılı bir şekilde ayrıca ele alınmasının daha doğru olduğu düşünülmektedir.
Anlaşıldığı üzere, kırmızı et üretim ve tüketim artışını sağlama yönündeki politika düzenlemelerine ağırlık verilmeye devam edilmesi gerekmektedir. Nitekim bakanlığın gelecek stratejisi de bu yaklaşım yönünde olup 100 milyon baş hayvan varlığına ulaşma hedefi güdülmektedir. Üstelik her yıl hayvancılığa verilen destek çeşidi ve düzeyi giderek artırılmaya çalışılmaktadır. Ancak bitkisel üretime oranla hareketli canlı materyal ile uğraşmak kuşkusuz daha büyük bir zorluk yaratmakta, konunun ihmal edilme lüksü bulunmamakta ve olası gecikmenin faturası da daha ağır çıkmaktadır.
Besicilikteki ekonomik açıdan fayda sağlayabilmek ve faaliyete devam etme kararı için temel yaklaşım; en düşük masraf (ekonomik besleme ve diğer masraflar) ile en kısa zamanda en fazla canlı ağırlık artışına ulaşmaktır. Yani birim yem miktarı ile canlı ağırlık artışı sağlandığı sürece hayvan beslemeye devam edilecek ve toplam karkas ağırlıkta artış olmayan noktaya gelindiğinde ise hayvanın kesime gönderilmesi gerekecektir. Bunun sağlanmasındaki en önemli düğüm noktaları ise karkas verimi yüksek damızlık besi materyali temini, en uygun besleme kaynağı (ucuz ve kaliteli yem),  modern bakım koşulları ve üreticiyi de koruyan sağlıklı işleyen bir kırmızı et piyasası varlığıdır.
Burada diğer konulardan ziyade son yıllarda besi işletmelerinin de yüksek sesle dile getirmeye çalıştıkları ve öne çıkardıkları konu; hayvan besleme, yani yem temini ve fiyat düzeyleri konusudur. Üstelik karma (fabrika) yemden ziyade kuru kaba yem olarak tanımlanan “samanın temini ve fiyatları” konusu Türkiye’de tartışma alanına taşınmıştır.
Yem konusu da hayvan ithalatı gibi özel gündemle ele alınacak bir konu olmakla birlikte, ülkede bir saman piyasası oluşmaya başladığını yani geçmişte tarladan toplamakta bile tereddüt edilen, en kolay bulunan, hiç arz açığı olmayan samanın artık önümüzdeki yıllarda önemli bir ticari mal olacağının ayak sesleri duyulmaya başlanmıştır.
Çünkü hububat hasadının hemen ardından tarlaya girip çok geniş alanlardan makine ile sap toplayıp saman balyası yapan tüccarların saman stoklayarak kış dönemlerinde yüksek fiyatlardan piyasaya sürmek istedikleri yönünde bazı gelişmelerin olduğu konuşulmaya başlanmıştır.
Gelişmeler doğru değilse buğday üreticisi tarladaki buğday sapının fiyatını artıracak, eğer doğruysa tüccar kış sonuna doğru saman satış fiyatını yükseltecek ve sonuçta piyasa dengesi için saman ithalatı da konuşulmaya başlanacak demektir.
Tarım ülkesi, buğday ambarı, hububat cenneti ve saman ülkesi olan, gerçekte kuru kaba yem arz sorunu olmayan bir ülke olan Türkiye, maalesef ilginç bir şekilde, fırsatçı girişimciler yüzünden ilk fırsatta besiciyi korumak adına “saman piyasa düzenlemesi” yapmak zorunda kalabilir gibi gözüküyor.
Sonuçta, “sap saman” konulu latiflemeler de tarihe karışacak gibi. Bakanlığa, fırsatçıları ve karaborsa fiyatı oluşum ihtimalini takip görevi düşüyor.
Yoksa besici; KURBAN’ın OLAYIM! SAMAN’ım NEREDE!  .. diye sormaya başlarsa, hayvancılıkta işimiz biraz daha zorlaşacak.  29.07.2020
Prof.Dr.Cengiz SAYIN

12 Temmuz 2020 Pazar

TARIMIN GEÇMİŞİNE DOKUNMAK, TARIMSAL FİYATLARDA “FİLYASYON” !


Yayın tarihi: 10.07.2020

TARIMIN GEÇMİŞİNE DOKUNMAK,
TARIMSAL FİYATLARDA “FİLYASYON” ! VE KORONAVİRÜS ETKİSİ

Başlarken .. Bismillah ..

Tüm dünyayı tehdit eden Coronavirüs salgını diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de “filyasyon” kelimesini ve anlamını öğrenmemize yol açtı. Tüm ülke seferber olduk, sorunun kaynağına inmeye tehlikenin devam edip etmediğine ve başka riskli durumlar olup olmadığına odaklandık. Bunu da salgınla baş etmenin en etkili yolu aynı zamanda sağlanan başarının da arkasındaki en önemli gerçek olduğunu konu uzmanı hekimlerimizden öğrenmiş olduk. Özetle, mücadele için; sorunun kaynağına inme, kontrol altına alma, tedbir (takip ve/veya tedavi) ve tevekkül. Kuşkusuz toplum sağlığı ve hayati riskin yüksekliği nedeniyle de bu konuyu önemsememe ve öğrenmeme lüksümüz olmadı.

Ancak son 3 yıldır özellikle tarım ürünleri fiyatlarındaki dalgalanmalar, toplumun tüm kesimini önemli düzeyde etkileyip medya gündeminde pandemiden daha fazla ve üstelik her yıl aynı dönemlerde yer aldığı halde “filyasyon” yöntemi burada maalesef başarılı olamadı. Yani dönemsel fiyat yüksekliği ve kaynağına inme konusu pandemi gibi ciddiye alınmadı, sadece siyasal veya sansasyonel haber arayışları medyada dolanıp durdu. Böyle durumlarda maalesef konu uzmanları yerine konunun en uzağındakiler dahi öneri paketleri ile ülke tarımını kurtarmaya çalıştı, yazılı ve görsel medyada yeni simalar ve fikir üstatları oluştu, kimse bunlara da “kim bunlar” diyemedi.

Memlekette "Tarım Ekonomisti" yok mu? .. Kör göze çomak ..

Üstelik daha da ileri gidilerek “ziraatçılar ve tarım iktisatçıları bu işi beceremedi iktisatçılar sahaya inmeli” diyen ve eğitim hayatlarında tarımı sadece kitaplardan kısmen öğrenen, uygulama ile teorinin aynı olduğunu düşünüp ekonomik paketler sunarak akıl tutulması yaşayanlar bile oldu. Ziraat Fakültelerinde Tarım Ekonomisi Bölümü adı altında 4 yıl eğitim veren “Tarımsal İşletmecilik” ve “Tarım Politikası” alanlarında lisansüstü projelerle tarımın bugünkü fiyat çıkmazı dahil pek çok sorununa çözümler sunan (fiyat pandemisi aşısı geliştirmeye çalışan) bir eğitim alanı olduğu en yetkili taraflarca unutuldu. AB tarımını yönlendiren en önemli akademik yapı olarak da görülen bu alanın ve çalışmalarının varlığı dahi maalesef ülkede görülemedi.

Örneğin yakın zamanda yürütülmüş olan YÖK akademik birimleri düzenleme çalışmasında “sonu iktisatla bitiyor, ekonomi değil mi işte!” diyerek bu bölümlerin İktisat Fakültesi alanına dahil olmasını isteyen kabzımal toptancısı bakışlar dahi oldu. Oysa Alman akademisyenlerin de desteği ile Türkiye’de ilk Ziraat Fakültesi Ankara’da ve ilk bölüm olarak da Zirai Ekonomi Kürsüsü ile kuruldu. Ülke tarımına ekonomik katma değer sağlayacak pek çok çalışma o dönemlerin bizzat tarım bakanları veya en üst düzeydeki bakanlık bürokratları ile birlikte başarılı bir şekilde yürütülerek ülke tarım ekonomisinde gelinen noktaya önemli katkılar sağlandı. Ne zamanki tarım ekonomisi de ne oluyor? denildi ve sadece üretim artışı odaklı bakış açısıyla uzun yıllar tarım ekonomisi, tarımsal pazarlama, tarım politikası analizleri ve tarım hukuku gibi konular unutularak ülke tarımı yönlendirilmeye başlandı. Gelinen noktada ise “eyvah ne yapacağız, hangi tedbir alınsa aniden fiyatlar çıldırıyor”, “birisi buna dur desin” arayışları başlamış oldu. İşte bu aşamada da pek çok sanal uzman asli işlerini bırakıp tarım konusunda “reyting canavarının pençesine düştü”, velhasıl ağzı olan konuşmaya başladı.

Bugünü anlamak için tarımsal piyasa yönetimi geçmişine dokunmak ..
§  Tarımsal KİT’ler niçin kurulmuştu? ..

Ancak geldiğimiz süreci ve tarımsal piyasaların durumunu özellikle fiyatlardaki filyasyonu ve zorluğunu daha iyi anlayabilmek için öncelikle ülke tarımında geçmişte tarımsal piyasa düzenlerini etkileyen makro ekonomik süreçlere özet olarak bakmakta fayda görülmektedir. Yani nedenleri anlayıp tedavi geliştirebilmek için tabir uygunsa “çocukluğa inmek” gerekmektedir. Çünkü devam eden yanlışların ve yaşanan sorunların kökleri maalesef geçmişteki hatalarda gizlenmektedir. Alınan pansuman tedbirler maalesef alttaki yarayı iyileştirmemekte, sistemin bağışıklığı kaybolmakta ve hastalığın sürekli yenilenmesine ortam oluşturmaktadır.

Cumhuriyet döneminin başında dahi tarımsal ürünler fiyat oluşumu, tarımsal desteklemeler, piyasa düzenlemesi, arz ve stok kontrolü gibi pek çok konuyu izleyen ve yönlendiren farklı sorumluluk ve görev tanımları olan Tarımsal KİT’ler bu görevleri yürüttü, “Tarım Politikaları Bilim Kurulu” gibi çalıştı. Tarım Bakanlığı, Ziraat Fakülteleri, tarımsal KİT’ler ve başta Ziraat Bankası, tarım satış ve tarım kredi kooperatifleri olmak üzere zayıf güçlerine rağmen diğer üretici örgütleri de çoğunlukla hep birlikte ve koordineli olarak hareket etti.

§  Ekonomik krizler yakamızı bırakmamış ki! ..

Ancak 24 Ocak 1980 IMF Ekonomik İstikrar Önlemleri ile liberal ekonomiye ve serbest piyasa ekonomisine geçiş, ekonomide kamu işletmelerinde karlılık, serbest rekabet strateji ve uygulamaları sonrasında tarımsal KİT’lerin büyük çoğunluğu “kamu zararı veya kurum zararı” gerekçeleriyle özelleştirilerek piyasadan çekilmeye zorlandı. Üstelik tekrar yaşanan ekonomik kriz süreci nedeniyle alınan 5 Nisan 1994 IMF Ekonomik Önlemleri ile aynı yaklaşım sürdürüldü. Aralık 1999 ve Şubat 2001 Ekonomik Önlemleri ile de artık gerek genel ekonomik yapının ve gerekse ülke tarımının serbest piyasa modeline dönüştürülmesi iyice netleşmiş oldu. Tarımsal ürün veya girdi piyasa düzenlemesinde aktif rol alan tarımsal KİT’lerin zarar etme nedenleri ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte bunları özelleştirme yöntemleri ve sonrasında ortaya çıkacak boşluğun nasıl doldurulacağı konusu unutuldu, sadece kamu zarar yükünden kurtulmayı sağlayacak ekonomik bakış öne çıktı. Üretici örgütlerinin zayıflığı nedeniyle de piyasada uzun süreli yaşanacak bir belirsizlik ortaya çıktı, pansuman politik düzenlemelerle bugüne kadar gelinmiş oldu.

§  Tarımda serbest piyasa modeli:"Rekabet gücün varsa kal, yoksa kara delik kapanmıyor! .."

Bu süreçte tarımsal ürünler piyasa düzenlemesinde rolü bulunan KİT’lerden Toprak Mahsulleri Ofisi yeniden yapılandırılarak alım garantisi verilen tarım ürünü sayısı sınırlandırıldı, kurum zararını önlemek için özerk bütçe modeline geçildi. Ticaret Bakanlığı kontrolünde olan Tarım satış kooperatifleri için özerkleştirme düzenlemesi yapıldı, tarım kredi kooperatifleri oluşan boşluğu doldurmak için “ortak ürünlerini değerlendirme” düzenlemesi ile tarımsal pazarlamaya yöneldi, üretici örgütlerinin üst örgütlenme ve finansman sorunları çözülemediğinden ürün ve girdi piyasa düzenlemesindeki rolleri ve etkileri yetersiz kaldı.

Şubat 2001 dönemine kadar “desteklemeler kara bir deliktir, ne versen yutuyor” siyasi bakışı ve KİT’lerin kurum zararları dolayısıyla destekleme alımı yapılacak tarım ürünü sayısı üçe düşürülmüşken bu tarihten sonra Doğrudan Gelir Desteği (DGD) uygulaması ile tüm tarımsal desteklemelere son verilerek sadece alan bazlı destekleme uygulamasına geçildi, ürünü ne olursa olsun sahip olunan tarım alanı üzerinden dönüm (1 dekar) başına yeni geliştirilen Çiftçi Kayıt Sistemi (ÇKS)’ne dâhil olan tüm çiftçilere para ödemesine geçildi. Çok kısa süre sonunda ÇKS sistemi kalmasına karşın ödeme şekillerinde ve alan bazlı tek ödeme dışında ayrıca döviz kuru yüksekliği ve maliyet enflasyonu etkisi nedeniyle özellikle gübre ve mazot gibi dış kaynaklı girdilerin zorunlu olarak desteklenmelerine devam edilmesine karar verildi.

Günümüzde gelinen noktada ise üreticinin neredeyse her alanda desteklenmesi uygulaması sürdürülmesine karşın aynı işletmeye toplam olarak ne kadar destek sağlanmış olduğu ve toplam gelirinin ne kadarının desteklemelerden kaynaklandığı konusu ürün ve işletme bazında ve ulusal düzeyde henüz çok net değildir.

Ülkede bir tarım hukuku alanı var .. mı? Sorunları tetikleyen kaçak bu mu yoksa?

Tarımsal piyasaların koordinasyonunu tarımsal girdi ve ürün arz ve talep durumunun bir anlamda koordinasyonunu sağlayan KİT’lerin piyasadan çekilerek alan boşluğu oluşturması konusu ve destekleme sistemindeki çok sık değişim durumu yanında, aslında tarım hukuku açısından çözüm bekleyen bazı sorunlar da tarım sektörünün yaşanan sorunlarını daha da katmerli bir hale getirdi.

§  Tarım işletmesi bilmecesi .. 1923’den 2020’ye ..

Örneğin “tarım işletmeleri”, akademik ve yasal tanımlarda yer bulmasına karşın ekonomik bir bütün olarak henüz diğer ticari işletmeler gibi tescilli ve numaralı değildir. İşletmelerin sahip olduğu tarım parsellerinin coğrafi koordinatları belirli, tapulama ve kadastro sorunları büyük oranda belirlenmiştir. Ancak henüz sahip olunacak bir işletme numarasına göre bir tarım işletmesinin; ticari sicilde firma tipi kaydı olan tohum, fide, fidan, çiçek vb. alanlarda çalışanlar hariç ne kadar tarım alanına veya kaç numaralı parsellere veya arazi paftalarına sahip olduğu konusu açık değildir. Üretici belgesi bellidir, arazi tapusu bellidir ancak bunların tamamının kayda alındığı işletme numarası yoktur. Sonuç olarak üretici sayısı, işletme sayısı olarak değerlendirildi, bir üreticinin sahip olduğu toplam tarım alanı da toplam işletme alanı olarak değerlendirildi. Dolayısıyla bir işletmenin kayıtlı işletme numarasına dayanarak makro ve mikro ekonomik tarımsal verilerini takip ve yönlendirme işi zorlaşmış oldu.

§  Topraklarımıza dokunmayın! ..

Tarımın en önemli üretim faktörlerinden birisi olan “toprak” konusundaki hukuki değişkenlik, kararsızlık ve karmaşa da tarımın yapısal sorunları arasındaki yerini devamlı korudu. Tarım dışına kayma, amaç dışı kullanım, parçalanma, toprak koruma, mülkiyet rejimi, mirasla bölüşüm, arazi değerleme, satış izinleri, işletme ekonomik bütünlük sınırı, asgari tarımsal gelire esas büyüklük, vergilendirme ölçekleri, belediye mücavir alan uygulamaları gibi pek çok taşınmaz mülkiyet konuları tarımsal işletme bağlantılı olarak devamlı kamuoyu gündeminde yer aldı. İşletme hukuki statüleri netleşmediğinden en önemli işletme sermaye öğesi olan tarım toprağı konusu işletme yaklaşımından bağımsız olarak ayrıca ele alınmak zorunda kalındı. Bu durum da tüm çözümlerin sürdürülebilir olmasına engel oluşturdu. Zorunlu olarak “hiç değilse tarım toprağını koruyalım” bakışı öne çıktı ve toprağın sadece fiziki büyüklüğünü koruma ve daha fazla parçalanmasını önlemeye ilişkin yasal düzenlemelere gidildi. Nitekim 2000 yılı sonrasında sırasıyla 5403 ve 6537 Sayılı Yasalar da bu amaçlarla oluşturuldu. Gelinen noktada, tarım toprakları konusu da hala üzerinde hukuken tartışılan ve çok sık odak konusu hale gelen bir cazibeye sahip olma özelliğini sürdürmektedir.

§  Hem çiftçi hem de hoca? .. Oh ne ala dünya! ..

Benzer sorun veya yaklaşım “üretici” veya “”çiftçi” kimliğini tanımlamada da söz konusudur. Kimler üreticidir veya çiftçidir, kimler sayılamaz? Çiftçi meslek odası sayılan Ziraat Odaları Kanunu’na göre belge alan tüm kişiler denilebilir elbet. Ancak bunun ana faaliyet alanı, toplam işletme gelirinde tarım oranı, alan veya hayvan sınırlılığı, üretici deneyimi vb gibi kısıtları konusunda herhangi bir düzenleme de bulunmamaktadır. Yani bugün çiftçiyim yarın değilim, ya da tam tersini diyebilirim.

§  Tarım işçisi kim ki?  Yasalara mı soralım? ..

Aynı şekilde “tarım işçisi” konusu için de benzer boşluklardan bahsedilebilir. İş Yasası tüm işçileri kapsar ancak tarım işlerinde ise 50 ve daha fazla sayıda işçi çalıştıran iş yerlerini kapsama alır. Yani bireysel olarak tarım işçisi yasaya göre işçi tanımı kapsamına girmez ve yasanın getirdiği koruyucu düzenlemeler tarım işçisini bu nedenle koruyamaz. Bu nedenle tarım işçileri için ayrı düzenlemeler (2925, mevsimlik işçi vb) öngörülür. Diğer yandan tam tersine sendikal örgütlenmelere ilişkin yasal düzenlemelerde tarım işçileri (çoğunlukla belli sayıdan fazla işçi çalıştıran tarım amaçlı kurumsal firmalarda ve kamu tarım işletmelerinde çalışanlar) ilgili tarım iş kollarında örgütlenebilir.

Tarım işletmesi, toprak, üretici ve tarım işçisi varsa bir ülkede tarım da vardır. Bunlar sorunlu ise tarım da sorunludur. Pansuman önlemlerle yapısal sorunları çözme ihtimali yoktur. Çözüm geciktikçe sorun da derinleşmekte, tarafları üzecek radikal politik önlemlere ihtiyaç duyulacak noktaya doğru sürüklenmektedir. Zaten geçmişten gelen ötelemeler nedeniyle maalesef sorunlar da günümüze kadar taşınmıştır.

Tarımsal fiyatlardaki istikrarsızlık ve çok sık dalgalanma eğilimi göstermesi sorunu da bu sürecin günümüze yansıyan çıktılarından sadece birisidir. Uzun dönemde yapısal sorunların devamı halinde benzer dalgalanmalarla çok sık karşılaşılabileceği söylenebilir.

Peki o zaman, .. neler oldu bu fiyatlara .. niçin çıldırdılar ki? .. Doğrular ve yanlışlar ..

Ancak kamuoyunda gündeme gelen şekliyle, tarımsal fiyatlardaki “kısa dönemli” etkiye sahip dalgalanmaların nedenleri de genel ekonomik teoriye uygundur, gerekçeli açıklaması da kuşkusuz vardır. Mesele konuya kimin, hangi amaçla, nereden ve hangi bilgi zemininde bakmaya çalıştığıdır. Bir bardak suda fırtına koparma becerisi ancak sahte doktorun hasta tedavisine benzemektedir. Uzun dönemde “ne olacak bu tarımsal fiyatların hali” sorusunun cevabı ile günlük pazarda karşılaşılan “neler oluyor bu fiyatlara” veya “fiyatlar çıldırmış olmalı” endişesinin cevabı veya nedenleri aynı şey değildir. Antalya’ya kepez üzerinden bakan görme sorunlu birisinin, sanayi sitesi üzerinde gördüğü ufak bir dumandan hareketle “tüm Antalya yanıyor” bakışına sahip olup panikle tüm itfaiye birimlerini harekete geçirmeye çalışması gibi bir şeydir.

O halde nedir acaba pazarda görülen tarımsal fiyat meselesinin aslı? Tarım ekonomisi uzmanlık alanında, kısa dönemli şok fiyat dalgalanması durumunda nasıl bakılıyor meseleye?

Gerçekte tarım ürünleri de bir ticari maldır ve dolayısıyla ticaret kanunlarına göre işlem görmeli, genel ekonomik kuramlar olan arz ve talebin piyasa yansımasına göre hareket edilmelidir. Elbette ki piyasa fiyat düzeyi konusu bir aşamaya kadar arz ve talebi yönlendirici etkiye sahiptir. Ya da tam aksine arz ve talep düzeyi piyasa fiyat düzeyinin şekillenmesinde yönlendirici etkiye sahiptir. Ancak bu teorik kuramlar olan “arz ve talep kanunları” tarım ürünleri açısından sanayi ve diğer ürünlerdeki gibi her piyasa dönemi için aynı etkiyi göstermemektedir. Buna karşın, tarım da olsa bu iş bir ekonomi işidir ve bir ticarettir bu nedenle “rekabet gücü yüksek olan ürünler kalsın diğerleri piyasadan çekilsin” bakışına sahip bazı teorisyen uzmanlara (!) da kızmamak gerekir tabi.

§  Ekmek ve patates yerine otomotiv yeriz! ..

Zayıf rekabet dönemlerinde üretici üretimden vazgeçtiğinde buğday, un, ekmek yerine turizm yeriz otomotiv yeriz! Dünya krizde ve gıda güvenliği tedbiri nedeniyle diğer ülkeler ihracat yasakları koymamış ise (pandemi nedeniyle gıda stoku tedbiri durumları hariç!) bulabilirsek bastırır parayı ithalat yaparız. Nazımız paramıza geçer, tabi ki bizde olmadığı dönemde ürün de bulabilirsek dış piyasada. Nasıl olsa üretici devamlı tarlada bekler 3 yıl da olsa ara verir çağırınca gelir, tarım dışına kaymaz, kente göçmez, toprağını da satıp gitmez, ülke aç kalmasın diye nöbetini sürdürür, borç harç karnını doyurup sermaye stokunu harcar.

Olmadı rekabeti zayıf patates ürünü yerine otomotiv, narenciye yerine turistik otel, pamuk ve susam yerine toplu konut ister imar kanunu değişikliğini bekler tarlasının başında. Nasıl olsa Osmanlı toprak yönetiminde esas olan tımar sisteminde ifade edildiği gibi “köylü oğlu köylü”. Cumhuriyet’in kuruluşundan 1980 liberal ekonomi dönemine kadar “köylü milletin efendisidir”, çünkü bu dönemlerde milli ekonominin temeli tarımdır. O dönemlerde teşhis de kendilerine verilen değer de doğrudur. Ancak şimdi sanki üretici milleti karşılıksız doyuran vakıf kişidir. Kendisi için değil diğer insanların beslenmesi ve mutluluğu için ülkeyi açlıktan korumak için yaratılmış seçilmişlerdir. Vazifeleri ve meslekleri kutsal olup aç kalsalar da hayır işleyip vatandaşı doyurmaktan geri durmazlar, önce komşusunu doyururlar. Ekonomi mi ! … diğer meslekler için olsa gerektir.

§  Fiyatlarda arz ve talep etkisi .. yıl boyu meyve sebze .. alıştık mı ne?

Tarım ürünü piyasa fiyatı konusu, ürün çeşidine ve o ürün arzının dönemsellik yapısına ve arza müdahale edebilme durumuna göre değişkenlik gösterir. Tarımda bir üretim dönemi kısa dönemdir, üretim sezonu başı ile hasat bitimi arasıdır. Tek yıllık buğday ve çok yıllık meyve için de aynıdır. Bu piyasa döneminde; tabiat koşulları ve biyolojik döngü nedeniyle eğer yetersiz arz durumu söz konusu ise arzı artırma şansı yoktur ancak açık miktar kadar yapılan ithalatla fiyat dengelenir. Tam aksine eğer arz fazla ise de uygun teşvik yöntemleri ve yönlendirmelerle stoklanabilir ve hemen işlenebilir olanlar piyasadan çekilir veya uygunsa ihtiyaç fazlası ihracata yönlendirilir. Kısa dönemde arz esnekliği düşüklüğü nedeniyle talep düzeyi ürün piyasa düzeyi şekillenmesinde temel belirleyicidir.

Bu yapı ürünün depolanma, işlenme özelliği ve raf ömrü uzunluğu özelliğine yani çeşide göre değişir. Fiyat düzeyi değerlendirmesinde yılın tamamına bakılır ve genellikle iki hasat arasındaki ortalama fiyat düzeyi dikkate alınır. Ancak hasat dönemi başındaki (1-2 ay) arz yığılmasının doğurduğu fiyat düşüklüğü ile yeni ürünün hasadı başlamadan önceki arz darlığı dönemlerinde (15 gün – 1 veya 2 ay gibi) çok kısa süreli fiyat yüksekliği dalgalanmaları çok sık yaşanır. Bu durum sanki doğum öncesi sancıya katlanma ancak doğum sonrası sevincini de üst düzeyde yaşama sürecine benzer. Acı ve sevinci ayarında yaşayabilmenin en başarılı yolu da en doğru miktar ve zamanlamayı dikkate alarak şekillendirilmiş stok ve dış ticaret politikalarıdır.

Diğer yandan yine kısa dönemdeki fiyat etkisi buğday gibi hububat ürünlerinde benzer özellik taşımasına karşın raf ömrü çok kısa ve üretim dönemi sadece 4-5 ay olan taze tüketim ürünleri olan yaş sebzelerde biraz daha farklı bir etki söz konusudur. Çünkü hem arz dönemi çok daha kısa ve talep çok yüksek hem de arzı taze olarak yıla yayma imkânı yoktur. Kış döneminde örtü altı sebzeciliği yaz döneminde de açık tarla sebzeciliği ile ülke ihtiyacı karşılanır. Son 20 yıldır neredeyse yıl boyunca sebze üretimi devam ediyor ve istenildiği zaman istenilen sebze bulunabiliyor algısı kamuoyunda yerleşmiş durumdadır. Dolayısıyla iki üretim sezonu arasındaki geçiş dönemlerinde çok kısa süreli de olsa yaşanan arz yetersizliği durumlarında talep de bahsedilen algı nedeniyle çok değişmediğinden fiyatlar da yüksek seyredebilir.

Örneğin örtü altı üretim sezonu sonuna doğru kalitesi çok düşük de olsa az miktardaki son ürünün piyasada en yüksek fiyat bulması diğer yandan hasat başındaki en kaliteli ilk ürünün (çok erkenciler hariç) çok düşük fiyat bulup üreticiyi şaşırtması gibi durumlar çok sık yaşanır. Nitekim bu süreç çok uzamaz. Ancak tüketici, örtü altı ve devamında hemen açık tarla üretim zincirine alışmış olup kesintisiz ve mevsime dayalı üretim ortamını veya mevsim sebzesi diye bir kavramı (sağlık yönlü bakanlar hariç) dikkate almadan her sebzeyi talep eder bir duruma gelmiştir. Üstelik taze tüketim talebi sadece hanelerce değil oteller, restoranlar, fast food zincirleri, manavlar, işleme sanayi ve ihracatçılar tarafından da neredeyse yıl boyu sebze talep edilir bir duruma gelinmiştir. Yani yeni normalimiz “yıl boyu aynı sebzeyi bulabilme” olmuştur. Hal böyle olunca da arzın çok yetersiz olduğu çok kısa dönemlerde ortaya çıkan fiyat artışları da “neler oluyor fiyatlara”, “fiyatlar çıldırmış olmalı” algısını ve söylemini yüksek perdeye taşımıştır. Oysa tarımda modern yöntemler, bilgi ve teknolojiler kullanımı sayesinde sebze arzını yıl boyuna yaymanın “konforu” yerine maalesef biyolojik kısıtlar nedeniyle çok kısa sürede ortaya çıkan dalgalanmanın getirdiği “panik” daha fazla görülür olmuştur.

§  Sakla samanı gelir zamanı .. Eyvah karaborsaya mı düştük? .. Doğru depo doğru fiyat ..

Tarım ürünleri, hasat döneminin hemen ardından bir anda tamamen tüketilemezler ve ürün özelliğine göre süresi değişmekle birlikte depolanabilir olanlar depolanır, piyasa talep ve fiyat düzeyine uygun zamanlarda periyodik olarak pazara sunulurlar. Meyveler soğuk hava depolarında, hububat ve baklagiller ise serin ortamlarda veya lisanslı depolarda muhafaza edilirler. Depolama işlemi; borsa, kooperatif, depo işletmecisi veya diğer özel firmalara ait depolarda tüccar, üretici veya firma tarafından gerçekleştirilirler. Depo sayısı, kapasitesi, depolanan ürün çeşidi ve miktarı gibi konular kayda ve bildirime tabi olup Ticaret Bakanlığı ile Tarım ve Orman Bakanlığı ilgili birimlerince denetlenir ve izlenirler. Ayrıca ürünlerin toptan veya perakende satış usulleri için farklı yasal düzenlemeler uygulanır.

Ancak “depola, çıkar sat, bekle, şu fiyatı uygula” gibi serbest piyasa koşullarına aykırı çok sert kamu yönlendirmeleri söz konusu olmayıp ticari karlılık dikkate alınarak ürünlerin piyasa sunumu gerçekleştirilir. Sadece ihtiyaç halinde çeşitli kamu destekleme müdahalesi yolları ile piyasadaki ürün miktarı ve fiyatları konusunda düzenlemeler yapılabilir. Ancak bu durumda, ekonomik olarak ortaya çıkacak olası firma, tüccar, kooperatif, KİT veya üretici kayıpları karşılanır.

Velhasıl aslında depolama ve ürün piyasaya sevk ederek arz ve talep dengesini sağlama, sağlıklı piyasa fiyatını oluşturma konularında bilinmedik bir boşluk yoktur. Tarım ürünlerindeki tüm bu izleme ve kontrol sistemlerine karşın “karaborsa fiyatı oluşumu” ihtimali ve varlığından nasıl bahsedilebilir? Olsa olsa bilinene göz yumulabilir. Ancak bu noktada, ülkenin depolama politikası konusunda; “ulusal ürün depolama kayıt ve izleme sistemi” geliştirilmesi konusundaki açığın da hızla kapatılması gerektiği de söylenebilir.

§  Pazarlama maliyeti üretim maliyetini geçerse .. Ne olacak şimdi?
Diğer ürünlerde olduğu gibi tarım ürünlerinde de ürün piyasa fiyatı oluşumunda temel yaklaşım; üretim maliyeti, enflasyon ve döviz kuru yansıması, pazarlama maliyeti ve kar payı ilavesidir. Üreticinin temel amacı, bir sonraki üretim dönemi için gerekli olan üretim maliyetlerini karşılayacak ve hiç değilse zorunlu ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek geliri sağlayacak bir fiyat düzeyini yakalamaya çalışmaktır. Ancak çok sık olmamakla birlikte bazı normal süreç dışı dönemlerde ve bazı özellikli ürünlerde ürün pazarlama maliyetleri üretim maliyetlerinin üzerine çıkabilir. İşte örtü altı sebze ve meyve üretim faaliyeti de bu istisnalardan birisidir.
Ürün pazara sevk aşamasından sonra başlayan nakliye, aracı ve transfer sayısı, raf muhafaza süresi, satışa sunum şekilleri ve yeri gibi pek çok konu ürün kayıplarını artırır ve bunların satış fiyatına yansıması sonucunu doğurur. Bir de iklim koşulları ağırlaşırsa kim tutar pazarlama maliyetini?
Alışmak gerekir bu duruma, eğer üretici örgütleri üzerinden pazarlama işlemleri sürdürülemez ise elbette. İlk üretimden son tüketiciye ulaşma aşamalarındaki üretici rolü, çoğunlukla bireysel satışı yapıp ürün bedelini alma noktasında sonlanır. Oysa pazarlamanın üretici örgütleri üzerinden sürdürülmesi durumunda, fiyat düzeyi dâhil diğer tüm alanlarda üretici sorumluluğu artar ve üretim maliyeti ile pazarlama maliyeti arasında bir denge kurulabilir. Aksi halde her aşamadaki transferci, kendi kar payını veya hizmetinin bedelini mevcut fiyat üzerine zorunlu olarak bindirir, bu olmaz ise ürünün tüketiciye ulaşması da sağlanamaz.
Haydi üreticiler haydi, tabelada değil uygulamada örgütlenin de bu fiyat paradoksundan tüm ülkeyi çıkaralım” ne dersiniz! Yoksa her kış döneminde biber ve domatesi, enflasyon şampiyonu yapmaya alışıldı mı?
 §  Pandemi de nereden çıktı? Hazır değildik ki! ..

Ürün fiyatları konusunda bir de “pandemi” etkisi oldu maalesef; karaborsa, depolama, tedbir talep artışı, panik panik. Değişen ne oldu? Depolamayı ve nasıl fiyat oluştuğu artık bilindiğine göre anlaşıldı ki panikle arz artmadı da azalmadı da. Yarın alacağımızı bugün gidip aldık. Oysa stok aynı tüketeceğimiz de aynı. İhracat da yasaktı. Demek ki raftaki ürün fiyatlarında oynama var, o zaman denetlenmeli elbette.

Eğer arz miktarında stok durumu, yeni ürün hasat etme durumu, yeni ekim yapamama durumu veya olanı ihracata gönderip ürün bulamama durumu gibi ciddi bir dalgalanma yaşanmamış ve de beklenmiyorsa “pandemi paniğinin” anlamı nedir? Herhalde sosyal medyadan kaynaklanan, AB ve diğer ülke vatandaşlarının gösterdiği tepkilerden etkilenen “tüketici davranışı yönlenmesi” ve “algıda yaşanan değişikliğin” panikle pazara yönelmesidir.

Elbette bu marjinal durum fiyatlarda kısmi dalgalanma getirdi. Ancak orta ve uzun dönemde panik etkisi geçince dengenin sağlanacağı da aşikardı. Aslında tam da böyle oldu. Pandemiden kaynaklanan arz yetersizliği veya talep patlaması nedeniyle değil “enflasyon ve döviz kuru artışının yol açtığı maliyet enflasyonu” etkisi oldu. Özellikle dış kaynaklı mazot ve kimyasal gübre fiyatlarındaki yükselme ürün maliyetlerine aynen de olmasa negatif olarak yansımış oldu. Nitekim bu nedenledir ki kamu destekleme politikası ile tarımda maliyet enflasyonu etkisinin azaltılmasına çalışıldı. Sonuçta piyasa fiyatı düzeyinin esas sebebi bu dönemde “pandemi değil yüksek enflasyon” oldu.

Bahar döneminde ortaya çıkan pandemi etkisi, gözleri baklagiller ile yaş meyve ve sebzeye yöneltti. Baklagiller Haziran 15 sonrasında hasada başlandı, bahar döneminde sadece stoktan kullanıldı ve zaten stokların da azalmaya başladığı bir dönemdi. Ancak bu süreçte ihracat amaçlı stoklar da iç piyasaya yönlendirildiğinden, yaklaşık 2 yıllık stok ülkeyi sıkıntıdan kurtarmış oldu. Şimdi de piyasalar sakinleşti ve hem stoklama hem de ihracat hazırlığı başlamış oldu. Yaş meyve ve sebzede de arzın son dönemi olduğu, bu nedenle zaten fiyatların bir miktar artacağı belliydi. Geçmiş yıllardan çok daha farklı bir gelişme olmazken neredeyse ülkede pek çok aktör “tanzim satışçı” olmaya karar verdi. Özetle panik, panik ...

Son söz
Tarım ürünleri canlı bir materyal olup insan sağlığına uygun biyolojik raf ömrü sınırlı, tarımsal faaliyet ve ürün arzı tabiat koşullarına bağlı ve zorunlu tüketim malı olup beslenme ve yaşamsal önem düzeyi nedeniyle aile bütçesinde en az fedakârlık yapılacaklar arasında yer alır. Hem ürün arzına hâkim değiliz ve her üretim döneminde farklı risk unsurları ile karşı karşıyayız hem de her ne olursa olsun ürün piyasa fiyat düzeyleri karşısında kısa dönemde “arz ve talep esnekliği düşüklüğü” gerçeğini değiştiremiyoruz.
Tüm bu açıklamalar bir bütün olarak değerlendirildiğinde;
§     tarım ekonomisi eğitiminin önemi hala anlaşılamamış,
§     tarımsal piyasalar üzerine inşa edilen KİT’lerin özelleştirilmesi sonrasında özellikle arz kontrolü konusunda ciddi dalgalanma yaşanmış, oluşan piyasa boşluğu üretici örgütlerince doldurulamamış,
§     tarımsal faaliyetin yapıtaşı olan işletme, toprak, üretici ve işçi konuları hukuki açıdan dağınıklık veya belirsizlik sürecinden kurtulamamış olduğu görülüyor.

Hal böyle olunca da tüm resme bakmak yerine, kökleri geçmişte yatan ve çözüm bekleyen pek çok yapısal düzenleme gerektiren konuyu ve bunların günümüze kadar uzanan etkilerini ve yansımalarını ihmal edip neden-sonuç ilişkilerini sadece bulunulan dönemde arama, üstelik konu uzmanı olmadan sanal bilgiçler olarak değerlendirmeye çalışma “ağzı olan konuşuyor” yakıştırmasını maalesef çok doğru bir hale getirdi.

Gelinen noktada, tarımsal ürünler piyasa fiyatının sağlıklı şekillenmesi için; orta ve uzun dönemde tarımda belirtilen yapısal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi gerektiği, kısa dönemde ise acil olarak “Tarımsal Piyasalar İzleme ve Değerlendirme Kurumu” kurarak tüm bu dalgalanmaların sadece bu kurum üzerinden izlenmesi gerektiği söylenebilir. Sağlıkta filyasyon ekibi virüs taşıyıcılarını bulduğuna göre bu kurum da “Tarımda Filyasyon Kurumu” gibi fiyatları oynatanları bulur elbet. Niçin olmasın?
Yoksa ağzı olan konuşuyor! ..