KANAL B TV / Hafta Sonu Programı - Canlı Yayın / 27 Mart 2022 - 9.30-10.00
TARIM POLİTİKASI / Prof.Dr. Cengiz Sayın
TARIM POLİTİKASI
29 Mart 2022 Salı
15 Mart 2022 Salı
UKRAYNA-RUSYA SAVAŞI’NIN TÜRK TARIMINA ETKİLERİ
Türk Ziraat Yüksek Mühendisleri Birliği (TZYMB) Konya Şubesi / Youtube TV
15 Mart 2022 -20.00
9 Mart 2022 Çarşamba
7 Aralık 2021 Salı
ÜLKE TARIM POLİTİKASI GÜNDEMİ VE TEMEL BEKLENTİLER
TZYMB / INSTAGRAM Canlı Yayın / 4 Aralık 2021 - 19.00
https://www.instagram.com/tv/CXEZBkeoAxz/?utm_medium=share_sheet
18 Ekim 2021 Pazartesi
DÜNYADA VE TÜRKİYE'DE TARIM POLİTİKALARI
Yayın tarihi: Ekim 2021 / TRT Erzurum Radyosu / TRT 1 Radyo Kanalı
15 Ekim 2021 Cuma
TÜRK TARIMI VE FİYATLAR NEREYE GİDİYOR?
CEMRE HABER / Bir Bilene Sor - Bölüm 16 Prof.Dr.Cengiz Sayın
Yayın tarihi: 15 Ekim 2021
1 Eylül 2020 Salı
“DOMATTTES, BİBER, PATLICAAAANN ! ...” SÖZLEŞMELİ TARIMSAL ÜRETİM MODELİ
https://antalyabugun.com/tr/makale/domatttes-biber-patlicaaaann-26019.html
Yayın tarihi: 01.09.2020
“DOMATTTES, BİBER, PATLICAAAANN ! ...”
SÖZLEŞMELİ TARIMSAL ÜRETİM MODELİ
A. Ürün piyasa arzı ve fiyatı her yıl dönemsel
olarak niçin dalgalanıyor ki?
Gün geçmiyor
ki ülkemizde tarım ürünü piyasa fiyat düzeylerindeki ani dalgalanmalar
konuşulmuyor olsun. Bir türlü, ürün hasadı ile başlayan arz yığılmasını, yılın
diğer aylarına kontrollü bir şekilde dağıtmayı başaramıyoruz. Piyasa
düzenlemesi denen işlemi rayına oturtamıyoruz.
Serbest piyasa koşullarının zorladığı arz ve talep buluşmasına göre ürün
fiyatı şekillenmesini hep beraber izliyoruz. Piyasa fiyatı düşükse üretici eğer
yüksekse de tüketici isyan ediyor. Biz de o zaman bir sorun olduğunu anlayıp
hemen en kolay pansuman tedbirlere başvuruyoruz. “Bu seneyi atlatalım inşallah seneye Allah kerim” kodlamasına
geçiyoruz ve bu örümcek ağı sarmalından maalesef bir türlü çıkamıyoruz. Özetle “ürün arzını, sağlıklı piyasa mekanizmaları
ile kontrol edemiyoruz.”
Depolanması
zor, raf ömrü kısa ve pazarlanma süresi diğer ürünlere oranla daha az olan yaş
sebzelerdeki ani fiyat dalgalanması durumunu, çok kısa dönemlerde yaşandığını belirgin
bir şekilde izleyebiliyoruz. İlk ürün hasat edilmeye başlandığı zaman
şekillenen fiyatın geçen yıla göre çok daha düşük düzeyde kaldığı, maliyetin
altında olduğu yönündeki memnuniyetsizliğin her hasat döneminde tekrarlandığını
yazılı ve görsel medyadan da görebiliyoruz. Örneğin Bursa’da salçalık domatesin
fabrikalarla yapılan 2 Tl/kg dolayındaki sözleşmeli alım ilanına karşın neredeyse
1 TL/kg altında işlem görmesi, aynı şekilde Maraş biberinin beklenen 3,5 TL/kg
yerine 2,5 TL/kg olarak alıcı bulması gibi.
Peki, o zaman
özellikle sebze arzında ve fiyat dalgalanmasında yaşanan bu sorunun temel
kaynağı nedir? Niçin her yıl aynı döngü yaşanmaktadır?
Üretici de
tüketici de aynı görüntüyü her yıl izlemekten uyuşmuş gibi, sanki kanıksamış
gibi gelişmeleri. Yaşamın bir parçası olmuş yanlışlar adeta. Sorunlara
toplumsal bağışıklık kazanmak bu olsa gerek. Her yıl pazarlama döneminde ortaya
çıkan fiyat virüsündeki dalgalanmaya karşı aşılanmış olmak gibi bir şey bu durum.
Fiyat düzeyleri etkilemiyor üreticiyi, biraz tepki gösterilip atlatılıyor süreç,
“yan etkisine alıştık seneye de bekleriz” denilir gibi sanki. Ekonomi mi? Ne
ekonomik dengesi, kuralı, teorisi? Kim iktisadi işletme, karlılık vs istiyor
ki? Yaşam biçimi olmuş bu gelişmeler. Kimse karışmasın isteniyor adeta.
Dertleriyle mutlu mesut bir aile olunmuş.
Kim istiyor
ki üretim planlaması, arz kontrolü, piyasa düzeni, sözleşmeli tarım olsun veya
kooperatifçilik gelişsin?
Ne olacak
yani sözleşmeli tarıma geçilirse? Ne demek, “sözleşmeli tarım”? Hangi sorunu
çözecek bu yaklaşım? Bakalım o zaman ülkedeki duruma. Sonrasında
kooperatifçiliği masaya yatırırız inşallah.
B. Sözleşmeli tarım veya sözleşmeli tarımsal üretim
modeli çare mi?
Sözleşmeli
tarım veya üretim modeli, bir tarım politikası düzenleme aracı olarak çok
farklı amaçlar için kullanılabilmektedir. Örneğin istenen tarımsal üretim
desenini oluşturmada önemli bir araç olarak tercih edilebilirken ürüne pazar
garantisi sağlayan bir destekleme politikası aracı olarak da sözleşmeli tarım
uygulaması düşünülebilmektedir. Bu model, sadece Türkiye’ye özgü bir politika
uygulama aracı olmayıp dünyada hemen her ülke tarımında farklı amaçlarla ve farklı
içeriklerde uygulanmaktadır. Ancak büyük çoğunluğunda ortak bir yön olarak, “ürüne pazar ve fiyat garantisi verme”
konusu öne çıkmaktadır. Bu yolla sözleşme ortağı olan alıcı tarafı, tedarik
edeceği ürün miktarını garantilerken üretici tarafı, pazarı ve fiyatı
dolayısıyla geliri garantilemek istemektedir.
Genel olarak
“sözleşmeli tarım modelinde” üzerinde durulması gereken bazı temel konular olup
bunlardan öne çıkanlar ve Türkiye’deki yasal çerçeve aşağıda belirtilmiştir. Bunların
varlığı veya önem dereceleri, her ülkenin izlemiş olduğu tarım politikası
kapsamına göre farklılık göstermektedir
a. Sözleşmeli
tarımsal üretimde bazı genel kabuller
§ Bu
modelde, tüm tarımsal üretimin mutlaka sözleşmeli olması gerektiği ve bunun
zorunluluk olduğu anlamı çıkarılmamalıdır. Temel yaklaşım; eğer üretim sözleşmeli olarak yapılacak ise yani sözleşmenin her
iki tarafı da buna onay vermiş ise gerçekleştirilen sözleşmenin içeriğine uyma zorunluluğu
yanında konuyla ilgili uygulamadaki mevcut diğer bazı temel çerçeve yasal
düzenlemelere de uyulması gereklidir.
§ Sözleşmeli
üretim konusu, isteyen üreticinin
tercihine yönelik bir durumdur. Ancak bazı alıcılar da vardır ki bunlar da
sadece sözleşmeli üretim modeliyle üreticiden ürün temini yapmak
isteyebilirler. Bu da alıcının tercihine
dayalı bir durumdur. Ancak bazı ürünler için, üretici örgütü dışında bir alıcı
olması ve piyasada monopol veya oligopol oluşturma etkisi söz konusu ise
serbest rekabet ortamı kısıtlanmış olduğundan üretici aleyhine bir gelişme
yaşanması olasılığı da olabilir.
b. Türkiye’de sözleşmeli tarımsal üretime
yönelik yasal yapı yeterli mi?
§ Sözleşmeli
üretimin temel yasal dayanağı Türkiye’de Borçlar Kanunu (No.6098) olup temel
ilke “sözleşmelerin serbestliğidir”. Sözleşmenin tüm tarafları, kanunda
belirtilen temel kurallara göre sözleşmenin içeriğini kanunun temel kurallarına
bağlı kalarak karşılıklı anlaşmayla serbestçe belirleyebilirler.
§ Sadece
tarımsal üretim gibi bazı alanlarda kamu yararı gözetilerek Borçlar Kanunu’na
uygun “Tip-Örnek Sözleşme” uygulamaları geliştirilip ilgili bakanlık yönetmelik
ve tebliğleri ile ilan edilebilir. Nitekim Türkiye’de ilk olarak 1996’da "Sözleşmeli
Ürün Yetiştiriciliği ile İlgili Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ" (RG.
22682 sayı) yayınlanmıştır. Daha sonra 2006 tarihli Tarım Kanunu (RG.26149) ile
birlikte tebliğ düzenlemesine son verilmiş ve 2008’de “Sözleşmeli Üretimle
İlgili Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” (RG.26858) uygulanmaya başlanmış,
2014’de de revize edilmiştir.
§ Yönetmelik;
tarımsal üretim yapan üretici ve yetiştiriciler veya temsil yetkisine sahip
üretici örgütleri ile bunların ürünlerini satın alacaklar arasında akdedilen usulleri kapsar (md.2). Eğer
sözleşmeli üretim yapılacaksa bu yönetmeliğe ve kapsamına uyum zorunludur. Her
türlü işlenmemiş ham tarım ürünü bu
kapsamdadır (md.2/i). Sözleşmeli üretim yapacak işletmenin Çiftçi Kayıt Sitemi
(ÇKS)’ne ve/veya Tarımsal Üretim Kayıt Sistemi (TUKAS)’ne kaydı zorunludur
(md.3/2).
§ Yönetmeliğe
göre sözleşme kapsamında; tarafları tanıtıcı hukuki bilgilerin, üretim yöntemi
ve işlemler, ürün çeşidi ve miktarı, doğal afet durumu, ürün fiyatı, ödeme
zamanı ve şekli, sözleşme süresi, anlaşmazlık durumu ve çözümü gibi temel
konulara (md.5-8) yer verilir.
c. Ülke olarak sözleşmeli tarımsal üretim
deneyimimiz var mı?
Türkiye’de geçmişte olduğu gibi
günümüzde de, hemen her bölgede ve pek çok üründe olmak üzere, üreticiler veya
temsilcileri olan örgütleri ile ihracatçı, işleyici ve diğer alıcılarla
sözleşmeli tarımsal üretim faaliyeti sürdürülmektedir. Bunlardan en bilinenleri
örnek olması bakımından konu başlıkları halinde aşağıda sıralanmıştır:
§ Organik
tarım ve iyi tarım kapsamlı üretim uygulamaları
§ Trakya’da
ayçiçeği, Bursa’da salçalık domates ve meyve suyu, Niğde’de elma ve Nevşehir’de
şaraplık üzüm, Malatya’da kuru kayısı ve Karadeniz Bölgesi’nde çay üretimi
§ Manisa
ve İzmir’de ihraç kuru üzüm, Adana’da pamuk ve Türkiye’de şeker pancarı üretimi
§ Hibrit
hububat, mısır, ayçiçeği tohumu üretimi, silajlık mısır üretimi
§ Kooperatifler
üzerinden çiğ süt üretimi, etlik piliç ve damızlık yumurta üretimi, damızlık BB
ve KB hayvan yetiştiriciliği, besi hayvanı yetiştiriciliği
§ İhraç
amaçlı yaş meyve ve sebze üretimi ve diğer sözleşmeli üretimler
Anlaşıldığı
gibi, ihtiyaç duyan tüm üretici ve alıcılar, kendi aralarında serbest bir
şekilde ancak mevcut yönetmelik kurallarına uyarak sözleşmeli tarımsal üretim
yapabilirler.
O halde, ülkede
böyle bir model deneyimi ve yasal düzenleme altyapısı olmasına karşın niçin
ülkede her yıl normal piyasa seyri dışında arz dalgalanması ve dönemsel fiyat
dengesizliği sorunu oluşmaktadır? Ülke
üretiminin büyük oranda sözleşmeli tarımla sürdürülmesi ve böylece bu
sorunların aşılması söz konusu olabilir mi?
C. Sözleşmeli tarım modelinde her şey güllük
gülistanlık mı?
Kuşkusuz
teorik bir yaklaşımla bunun olabileceği söylenebilirken uygulamada bunu başarabilmenin
bazı engelleri ve zorlukları da bulunduğu görülmektedir:
§ Üreticiler
büyük oranda bireysel hareket etmekte örgütlü bir yapı ile sözleşmenin tarafı
olamamaktadırlar. Böylece sözleşmenin koşulları konusunda rekabet güçleri
zayıflamakta ve daha çok kabullenen bir pozisyonda yer almaktadırlar.
§ Mevcut
sözleşmeler yazılı hukuk kurallarına göre değil örfi hukukun gereklerine göre
“sözlü” olarak gerçekleştirilmektedir. Güven sermayesi baskın tercih olarak öne
çıkmaktadır.
§ İşleme
ve ihracat gibi amaçlar taşıyan özellikli tarım ürünleri dışında genellikle arz
fazlası olan ve istenildiği zaman piyasadan bulunan ürünler için alıcı taraflar
sözleşme yapmaya gerek duymamaktadırlar.
§ Ülkedeki
tarımsal ürün işleme sanayi kuruluşları kapasite, finans ve hedef pazar büyüklüğü
vb ekonomik göstergeler açısından kapsamlı sözleşmeli üretim modeli yürütecek
yeterli ölçeğe sahip değiller.
§ Üreticiler
tüzel kişiliğe sahip kurumlarla sözleşmeli tarım yapma yerine, özellikle hasat
ve ürün teslimi öncesinde ihtiyaç duyduğu dönemde finans imkânı sağlayan
tüccarlarla çalışmayı daha çok tercih etmektedirler.
§ Mevcut
tarımsal işletmelerin çoğunlukla parçalı ve küçük ölçeklerde olması nedeniyle
üretim miktarları da fazla olmamakta, pazarlamada sorun yaşamayacağını
düşünmektedirler.
§ Sözleşme
kapsamında ürün özellikleri konusunda belirtilen kriterleri sağlamada zorluklar
yaşanmakta, ürün teslimi anında kalite düşüklüğü gerekçe gösterilerek fiyat
düşürülmesi durumları sıkça yaşanmaktadır.
§ Sözleşme
koşulları genellikle güçlü alıcı lehine şekillenmekte ve çoğu bireysel olarak
hareket eden üreticiler fazlaca söz sahibi olamamaktadırlar.
§ Alıcı
tarafın kamu kurumu veya kamu iktisadi teşebbüsü olması durumunda, devlete
güven ve kamunun üreticiyi koruma politikası gibi yaklaşımlar nedeniyle sözleşmeli
tarımda daha fazla tercih edilmelerine karşın tüm ürünlerde böyle bir seçenek
söz konusu değildir.
D. Son söz: Küçük üreticiler bireysel
sözleşmesin, güçlerini birleştirsin ve örgütlensin!
Velhasıl
özellikle küçük üreticiler için arz ve fiyat dalgalanmasının önüne geçebilecek
örgütlü sözleşmeli üretim modeli bir çıkış alanı olarak görülmesine karşın
belirtilen nedenlerle uygulamada sözleşmeli üretim modeline yaklaşım, özellikli
ürünler ve amaçlar dışında sınırlı kalmaktadır. Büyük ölçekli üretimler ve büyük
işletmeler için ise zaten pazarlama sorunu fazlaca yaşanmamaktadır.
Dolayısıyla
gelinen noktada, ülkedeki mevcut parçalı ve küçük ölçekli ekonomik yapı, üreticilerin
aslında örgütlü olarak ürünlerini sözleşmeli veya diğer şekillerde pazarlaması
gerektiği gerçeğini ortaya çıkarmasına karşın maalesef bunun niçin
başarılamadığını bilimsel olarak izah etme olanağı bulunmamaktadır.
Seneye de maalesef
aynı türküyü dinleyeceğiz anlaşılan.
Öyle ki,
ülkede küçük üreticilerin örgütlenmesi tamamlanmış olana kadar.
“DOMATTTES, BİBER, PATLICAAAANN ! ...” (Rahmetli
Barış Manço’dan)
01.09.2020
Prof.Dr.Cengiz SAYIN
27 Ağustos 2020 Perşembe
TOB: SÜRDÜRÜLEBİLİR KIRSAL KALKINMA VE GİRİŞİMCİLİK
TOB: SÜRDÜRÜLEBİLİR KIRSAL KALKINMA VE GİRİŞİMCİLİK / 26.08.2020
https://vod.solidpanel.net/videoarchive/turkuvaz/Tarim-Orman-Zirvesi-2020-08-26.mp4
9 Ağustos 2020 Pazar
GENÇ TARIMCILAR GELECEĞE HAZIRLANIYOR
Igdır Üniversitesi / Tarım Kulübü
10 Ocak 2018
https://youtu.be/2gVbT5PVl30
29 Temmuz 2020 Çarşamba
COVİT VE TARIM ETKİSİ
COVİT VE TARIM ETKİSİ 01.06.2020 / EKOTÜRK TV / ATED
TÜRKİYE'DE ET SEKTÖRÜ VE KURBAN PİYASASI
TÜRKİYE'DE ET SEKTÖRÜ VE KURBAN PİYASASI 22.07.2020 / YOUTUBE PANEL / ATED
https://www.youtube.com/watch?v=PhXdLmsVmNI
KURBAN’ın OLAYIM ! SAMAN’ım NEREDE !
https://antalyabugun.com/tr/makale/kurbanin-olayim-samanim-nerede-25928.html
Yayın tarihi: 29.07.2020
KURBAN’ın OLAYIM ! SAMAN’ım NEREDE !
Yayın tarihi: 29.07.2020
KURBAN’ın OLAYIM ! SAMAN’ım NEREDE !
İslam âleminin dini
bayramlarından birisi olan Kurban Bayramı’na inşallah Cuma günü sabahı Bayram
Namazı ile birlikte başlamış olacağız. Şimdiden kurbanlarımızı Allah kabul
etsin, hep birlikte ülke olarak sağlıklı ve huzurlu bir bayram geçirme
dileğiyle, cümlemize hayırlı ve mübarek olsun inşallah.
Kurban olayı sadece manevi bir
görevi yerine getirmeye yarayan islami bir ritüel olmayıp aynı zamanda ülkedeki
diğer milli ve dini bayramlardan biraz daha farklı olarak, ülke ekonomisinde ve özelde ise hayvancılık sektörü ile buna bağlı tüm
faaliyet alanlarında çok önemli ekonomik
rolü ve yaygın etkisi olan bir faaliyet olarak öne çıkmaktadır.
Yılın çok
kısa bir dönemi için ülke genelinde bakın neler yaşanmaktadır:
§ Milyon
düzeyinde hayvan kesimi için milyona yaklaşan büyükbaş ve küçükbaş hayvan
beslenmekte,
§ Kent
merkezlerinde dev kurban pazarı organizasyonları kurulmakta,
§ Binlerce
üretici, kırdan kente hayvanlarıyla hareket edip kısa süreli yerleşim yapmakta,
§ Kurban
alımı nedeniyle milyar TL dolayında çoğunluğu nakit olan para piyasa sürülmekte,
§ Yoğun
bayram alışverişi yapılarak piyasalara can suyu sağlanmakta,
§ Bir
anda milyon ton dolayında kırmızı et stoku ve arzı oluşmakta,
§ Tüm
yılı bekleyen milyon adet besi işletmesi gelirini bu döneme bağlamakta,
§ Deri
sanayi hammadde talebinin büyük çoğunluğu bu dönemde karşılanmakta,
§ Besicilerin
alışveriş yapmış olduğu hayvancılık üretim faaliyetine bağlı başta yem sanayi
olmak üzere diğer tüm girdi sağlayan alanlara sermaye akışı bu dönemden sonra
hızlanmakta,
§ Çoğunlukla
besicilik ile birlikte tamamlayıcı faaliyet olarak süt işletmeciliği
sürdürüldüğünden bekleyen süt işletmeleri ihtiyaçları giderilmekte,
§ Üretici
geliri artmakta ve borç ödeme gücü oluşmakta,
§ Bir sonraki
dönem için hayvan alımı ve diğer hazırlıklar besi hayvanı piyasasını
canlandırmaktadır.
Velhasıl kaynağı dini vecibeler olan kurban
bayramı vesilesi ile bir hayvan canından
olmaktayken pek çok hayat ve faaliyet de yoğun ve hızlandırılmış bir ekonomik
süreç yaşayarak can bulmaktadır.
Kuşkusuz çıkış amacına uygun olarak da
hem bir manevi görev yerine getirilmekte hem de geçim sıkıntısı olan ailelerle
“duygu paylaşım köprüsü”
kurulmaktadır.
Her yıl kurban bayramı nedeniyle daha
yoğun olarak ülke gündemine gelen ve sadece “kurbanlık fiyatları” ile
manşetlere taşınan hayvancılık üretim faaliyetinin ve bu sektörle ilişkili genel
ekonomik durumun “hayvancılık politikaları” çerçevesinde çok iyi analiz
edilmesi gerekmektedir.
Konunun günümüzde sadece yetiştirme
bilgisi ile sınırlı olmadığı ve “ekonomik boyutun” üretime devam kararlarında
çok daha etkili olduğu noktaya doğru gelinmiştir. Bu kapsamda; işletme ölçeği, besi
maliyeti, girdi temini, karkas verimlilik, damızlık materyal temini, kırmızı et
piyasası oluşumu, kesimhane ve mezbahalar, canlı hayvan borsası, üretici
danışmanlığı, dış koruma, hayvancılık destekleme politikaları, üretici
örgütlenmesi, işleme sanayi ve perakende piyasalar gibi konulara ilişkin doğru cevapların
hazır olması gerekmektedir.
Peki o zaman geldiğimiz noktada, Türkiye’de
hayvancılıkla ilgili genel fotoğrafta neler yer almaktadır. Temel bazı
saptamalara bakmakta yarar görülmektedir:
§ Türkiye
tarımsal üretim değeri 50 milyar TL dolayında olup hayvansal üretimin payı
%50’nin altındadır. Yakın geçmişte %35’ler düzeyindedir. AB’de ise ortalama
değer olarak hayvancılığın katkısı %60’lar dolayındadır.
§ Ülkede
hayvancılığı canlandırmak için verilen destekler toplamı yıllık 38,5 milyar TL
dolayındadır.
§ Hayvancılıkla
uğraşan tarım işletmesi sayısı 1,5 milyon adet dolayındadır. Hayvancılık
işletmeleri genellikle süt işletmeleri olarak faaliyet sürdürmekle birlikte
aynı zamanda uygun erkek besi materyallerini değerlendirmek ve işletme nakit
ihtiyacı için yan uğraş olarak besicilik yapmaktadırlar. Yani besi işletmeleri
çoğunlukla süt işletmelerinin tamamlayıcısı durumunda kalmakta ve ihtisas
işletmesi özelliğine dönüşme çabaları ve bu tip işletmelerin varlığı konusu
ülkede henüz yeni şekillenmektedir.
§ Toplam
hayvan varlığı 17,7 milyon Büyük Baş (BB) ve 48,5 milyon Küçük Baş (KB) olmak
üzere yaklaşık 70 milyon baş dolayındadır. Mevcut sığırların %90’dan fazlası
kültür ve melezdir.
§ Sağılan
hayvan sayısı 6 milyon BB) ve 26 milyon KB olmak üzere toplam 32 milyon baş’tır. Toplam süt üretimi ise 23 milyon ton olup
bunun 21 milyon tonu BB ve 2 milyon tonu KB kaynaklıdır. Süt verim düzeyi BB
için 3,5 ton/yıl dolayında olup AB ortalamasının yarısı düzeyindedir.
§ Kesilen
hayvan sayısı 3,6 milyon BB ve 6 milyon KB olmak üzere toplam 9,6 milyon baş’tır.
Bunlardan kurban bayramında kesilenlerin oranı ise BB için %25 ve KB için ise
%60 dolayındadır.
Toplam kırmızı
et üretimi 1,2 milyon ton olup bunun sadece 130 bin tona yakını KB kaynaklıdır.
Et verimi, BB için 218 kg/baş ve koyunda 20 kg/baş dolayında olup AB
ortalamasının biraz altındadır.
§ Kişi
başına kırmızı et tüketimi 15 kg dolayındadır. Yaklaşık 2,1 milyon ton beyaz et
üretimi de eklendiğinde toplam et üretimi 3,3 milyon tona ulaşmakta ve kişi
başı toplam et tüketim rakamı ancak 40 kg’a yaklaşmaktadır. Bu rakam AB
ortalamasının yarısı kadar olmakla birlikte AB’de kırmızı etin yarısı domuz
etinden sağlanmaktadır.
Temel yaklaşım ise sağlıklı
beslenme için kg başına alınması gereken proteinin en az yarısının hayvansal
kaynaklı olması gerektiği yönündedir. Bu oran FAO hesaplarına göre Türkiye’de
1/3’ün biraz üzerinde yer almaktadır.
Kırmızı et arzı yetersizliği ve piyasa
fiyatlarında yükselme yaşandığı dönemlerde, özellikli damızlık materyal
ihtiyacı ve ikili anlaşmalar durumu hariç yurt dışından “kesim yapılacak canlı besi hayvanı” ve arz yetersizliği şiddetine
bağlı olarak doğrudan “karkas et” dış
alımına başvurulmuştur. Bu amaçla, damızlık ve besi sığırı olmak üzere 2015
yılından bu yana ülkeye toplam 3 milyon baş dolayında sığır ve 750 bin baş dolayında
koyun ithalatı yapılmış olduğu bilinmektedir.
Diğer yandan, hayvancılıkta, iç
piyasayı düzenleme ve tüketiciyi koruma gibi amaçlar da olsa ithalata başvurma
seçeneği, genel bir algı olarak hiçbir zaman üreticiler tarafından kabul gören
bir gelişme olmamıştır. Ancak bu konunun çok taraflı yönleri dolayısıyla, bir
başka zaman ayrıntılı bir şekilde ayrıca ele alınmasının daha doğru olduğu
düşünülmektedir.
Anlaşıldığı üzere,
kırmızı et üretim ve tüketim artışını sağlama yönündeki politika
düzenlemelerine ağırlık verilmeye devam edilmesi gerekmektedir. Nitekim
bakanlığın gelecek stratejisi de bu yaklaşım yönünde olup 100 milyon baş hayvan
varlığına ulaşma hedefi güdülmektedir. Üstelik her yıl hayvancılığa verilen
destek çeşidi ve düzeyi giderek artırılmaya çalışılmaktadır. Ancak bitkisel
üretime oranla hareketli canlı materyal ile uğraşmak kuşkusuz daha büyük bir
zorluk yaratmakta, konunun ihmal edilme lüksü bulunmamakta ve olası gecikmenin
faturası da daha ağır çıkmaktadır.
Besicilikteki ekonomik açıdan fayda sağlayabilmek ve faaliyete devam
etme kararı için temel yaklaşım; en düşük masraf (ekonomik besleme ve diğer
masraflar) ile en kısa zamanda en fazla canlı ağırlık artışına ulaşmaktır. Yani
birim yem miktarı ile canlı ağırlık artışı sağlandığı sürece hayvan beslemeye
devam edilecek ve toplam karkas ağırlıkta artış olmayan noktaya gelindiğinde
ise hayvanın kesime gönderilmesi gerekecektir. Bunun sağlanmasındaki en önemli
düğüm noktaları ise karkas verimi yüksek damızlık besi materyali temini, en
uygun besleme kaynağı (ucuz ve kaliteli yem),
modern bakım koşulları ve üreticiyi de koruyan sağlıklı işleyen bir
kırmızı et piyasası varlığıdır.
Burada diğer
konulardan ziyade son yıllarda besi işletmelerinin de yüksek sesle dile
getirmeye çalıştıkları ve öne çıkardıkları konu; hayvan besleme, yani yem
temini ve fiyat düzeyleri konusudur. Üstelik karma (fabrika) yemden ziyade kuru
kaba yem olarak tanımlanan “samanın temini ve fiyatları” konusu Türkiye’de
tartışma alanına taşınmıştır.
Yem konusu da
hayvan ithalatı gibi özel gündemle ele alınacak bir konu olmakla birlikte,
ülkede bir saman piyasası oluşmaya başladığını yani geçmişte tarladan
toplamakta bile tereddüt edilen, en kolay bulunan, hiç arz açığı olmayan
samanın artık önümüzdeki yıllarda önemli bir ticari mal olacağının ayak sesleri
duyulmaya başlanmıştır.
Çünkü hububat
hasadının hemen ardından tarlaya girip çok geniş alanlardan makine ile sap
toplayıp saman balyası yapan tüccarların saman stoklayarak kış dönemlerinde
yüksek fiyatlardan piyasaya sürmek istedikleri yönünde bazı gelişmelerin olduğu
konuşulmaya başlanmıştır.
Gelişmeler doğru
değilse buğday üreticisi tarladaki buğday sapının fiyatını artıracak, eğer doğruysa
tüccar kış sonuna doğru saman satış fiyatını yükseltecek ve sonuçta piyasa
dengesi için saman ithalatı da konuşulmaya başlanacak demektir.
Tarım ülkesi,
buğday ambarı, hububat cenneti ve saman ülkesi olan, gerçekte kuru kaba yem arz sorunu olmayan bir ülke olan Türkiye,
maalesef ilginç bir şekilde, fırsatçı girişimciler yüzünden ilk fırsatta besiciyi
korumak adına “saman piyasa düzenlemesi”
yapmak zorunda kalabilir gibi gözüküyor.
Sonuçta, “sap
saman” konulu latiflemeler de tarihe karışacak gibi. Bakanlığa, fırsatçıları ve
karaborsa fiyatı oluşum ihtimalini takip görevi düşüyor.
Yoksa besici; KURBAN’ın
OLAYIM! SAMAN’ım NEREDE! .. diye
sormaya başlarsa, hayvancılıkta işimiz biraz daha zorlaşacak. 29.07.2020
Prof.Dr.Cengiz SAYIN
12 Temmuz 2020 Pazar
TARIMIN GEÇMİŞİNE DOKUNMAK, TARIMSAL FİYATLARDA “FİLYASYON” !
Yayın tarihi: 10.07.2020
TARIMIN GEÇMİŞİNE DOKUNMAK,
TARIMSAL FİYATLARDA “FİLYASYON” ! VE KORONAVİRÜS
ETKİSİ
Başlarken .. Bismillah ..
Tüm dünyayı
tehdit eden Coronavirüs salgını diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de
“filyasyon” kelimesini ve anlamını öğrenmemize yol açtı. Tüm ülke seferber
olduk, sorunun kaynağına inmeye tehlikenin devam edip etmediğine ve başka
riskli durumlar olup olmadığına odaklandık. Bunu da salgınla baş etmenin en
etkili yolu aynı zamanda sağlanan başarının da arkasındaki en önemli gerçek
olduğunu konu uzmanı hekimlerimizden öğrenmiş olduk. Özetle, mücadele için;
sorunun kaynağına inme, kontrol altına alma, tedbir (takip ve/veya tedavi) ve
tevekkül. Kuşkusuz toplum sağlığı ve hayati riskin yüksekliği nedeniyle de bu
konuyu önemsememe ve öğrenmeme lüksümüz olmadı.
Ancak son 3
yıldır özellikle tarım ürünleri fiyatlarındaki dalgalanmalar, toplumun tüm
kesimini önemli düzeyde etkileyip medya gündeminde pandemiden daha fazla ve
üstelik her yıl aynı dönemlerde yer aldığı halde “filyasyon” yöntemi burada maalesef başarılı olamadı. Yani dönemsel
fiyat yüksekliği ve kaynağına inme konusu pandemi gibi ciddiye alınmadı, sadece
siyasal veya sansasyonel haber arayışları medyada dolanıp durdu. Böyle
durumlarda maalesef konu uzmanları yerine konunun en uzağındakiler dahi öneri
paketleri ile ülke tarımını kurtarmaya çalıştı, yazılı ve görsel medyada yeni
simalar ve fikir üstatları oluştu, kimse bunlara da “kim bunlar” diyemedi.
Memlekette "Tarım Ekonomisti" yok mu? .. Kör göze çomak ..
Üstelik daha
da ileri gidilerek “ziraatçılar ve tarım
iktisatçıları bu işi beceremedi iktisatçılar sahaya inmeli” diyen ve eğitim
hayatlarında tarımı sadece kitaplardan kısmen öğrenen, uygulama ile teorinin
aynı olduğunu düşünüp ekonomik paketler sunarak akıl tutulması yaşayanlar bile
oldu. Ziraat Fakültelerinde Tarım Ekonomisi Bölümü adı altında 4 yıl eğitim
veren “Tarımsal İşletmecilik” ve “Tarım Politikası” alanlarında lisansüstü
projelerle tarımın bugünkü fiyat çıkmazı dahil pek çok sorununa çözümler sunan (fiyat
pandemisi aşısı geliştirmeye çalışan) bir eğitim alanı olduğu en yetkili
taraflarca unutuldu. AB tarımını yönlendiren en önemli akademik yapı olarak da
görülen bu alanın ve çalışmalarının varlığı dahi maalesef ülkede görülemedi.
Örneğin
yakın zamanda yürütülmüş olan YÖK akademik birimleri düzenleme çalışmasında “sonu iktisatla bitiyor, ekonomi değil mi
işte!” diyerek bu bölümlerin İktisat Fakültesi alanına dahil olmasını
isteyen kabzımal toptancısı bakışlar dahi oldu. Oysa Alman akademisyenlerin de
desteği ile Türkiye’de ilk Ziraat Fakültesi Ankara’da ve ilk bölüm olarak da Zirai
Ekonomi Kürsüsü ile kuruldu. Ülke tarımına ekonomik katma değer sağlayacak pek
çok çalışma o dönemlerin bizzat tarım bakanları veya en üst düzeydeki bakanlık
bürokratları ile birlikte başarılı bir şekilde yürütülerek ülke tarım
ekonomisinde gelinen noktaya önemli katkılar sağlandı. Ne zamanki tarım
ekonomisi de ne oluyor? denildi ve sadece üretim artışı odaklı bakış açısıyla uzun
yıllar tarım ekonomisi, tarımsal pazarlama, tarım politikası analizleri ve
tarım hukuku gibi konular unutularak ülke tarımı yönlendirilmeye başlandı. Gelinen
noktada ise “eyvah ne yapacağız, hangi
tedbir alınsa aniden fiyatlar çıldırıyor”, “birisi buna dur desin” arayışları başlamış oldu. İşte bu aşamada da
pek çok sanal uzman asli işlerini bırakıp tarım konusunda “reyting canavarının pençesine düştü”, velhasıl ağzı olan konuşmaya
başladı.
Bugünü anlamak için tarımsal piyasa yönetimi geçmişine dokunmak ..
§ Tarımsal KİT’ler niçin kurulmuştu? ..
Ancak
geldiğimiz süreci ve tarımsal piyasaların durumunu özellikle fiyatlardaki
filyasyonu ve zorluğunu daha iyi anlayabilmek için öncelikle ülke tarımında
geçmişte tarımsal piyasa düzenlerini etkileyen makro ekonomik süreçlere özet
olarak bakmakta fayda görülmektedir. Yani nedenleri anlayıp tedavi
geliştirebilmek için tabir uygunsa “çocukluğa inmek” gerekmektedir. Çünkü devam
eden yanlışların ve yaşanan sorunların kökleri maalesef geçmişteki hatalarda
gizlenmektedir. Alınan pansuman tedbirler maalesef alttaki yarayı
iyileştirmemekte, sistemin bağışıklığı kaybolmakta ve hastalığın sürekli
yenilenmesine ortam oluşturmaktadır.
Cumhuriyet
döneminin başında dahi tarımsal ürünler fiyat oluşumu, tarımsal desteklemeler,
piyasa düzenlemesi, arz ve stok kontrolü gibi pek çok konuyu izleyen ve
yönlendiren farklı sorumluluk ve görev tanımları olan Tarımsal KİT’ler bu
görevleri yürüttü, “Tarım Politikaları
Bilim Kurulu” gibi çalıştı. Tarım Bakanlığı, Ziraat Fakülteleri, tarımsal
KİT’ler ve başta Ziraat Bankası, tarım satış ve tarım kredi kooperatifleri
olmak üzere zayıf güçlerine rağmen diğer üretici örgütleri de çoğunlukla hep
birlikte ve koordineli olarak hareket etti.
§ Ekonomik krizler yakamızı bırakmamış ki! ..
Ancak 24
Ocak 1980 IMF Ekonomik İstikrar Önlemleri ile liberal ekonomiye ve serbest
piyasa ekonomisine geçiş, ekonomide kamu işletmelerinde karlılık, serbest
rekabet strateji ve uygulamaları sonrasında tarımsal KİT’lerin büyük çoğunluğu “kamu zararı veya kurum zararı”
gerekçeleriyle özelleştirilerek piyasadan çekilmeye zorlandı. Üstelik tekrar
yaşanan ekonomik kriz süreci nedeniyle alınan 5 Nisan 1994 IMF Ekonomik
Önlemleri ile aynı yaklaşım sürdürüldü. Aralık 1999 ve Şubat 2001 Ekonomik
Önlemleri ile de artık gerek genel ekonomik yapının ve gerekse ülke tarımının
serbest piyasa modeline dönüştürülmesi iyice netleşmiş oldu. Tarımsal ürün veya
girdi piyasa düzenlemesinde aktif rol alan tarımsal KİT’lerin zarar etme
nedenleri ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte bunları özelleştirme
yöntemleri ve sonrasında ortaya çıkacak boşluğun nasıl doldurulacağı konusu
unutuldu, sadece kamu zarar yükünden kurtulmayı sağlayacak ekonomik bakış öne
çıktı. Üretici örgütlerinin zayıflığı nedeniyle de piyasada uzun süreli
yaşanacak bir belirsizlik ortaya çıktı, pansuman politik düzenlemelerle bugüne
kadar gelinmiş oldu.
§ Tarımda serbest piyasa modeli:"Rekabet gücün varsa kal, yoksa kara delik kapanmıyor! .."
Bu süreçte
tarımsal ürünler piyasa düzenlemesinde rolü bulunan KİT’lerden Toprak
Mahsulleri Ofisi yeniden yapılandırılarak alım garantisi verilen tarım ürünü
sayısı sınırlandırıldı, kurum zararını önlemek için özerk bütçe modeline geçildi.
Ticaret Bakanlığı kontrolünde olan Tarım satış kooperatifleri için özerkleştirme
düzenlemesi yapıldı, tarım kredi kooperatifleri oluşan boşluğu doldurmak için “ortak ürünlerini değerlendirme”
düzenlemesi ile tarımsal pazarlamaya yöneldi, üretici örgütlerinin üst
örgütlenme ve finansman sorunları çözülemediğinden ürün ve girdi piyasa
düzenlemesindeki rolleri ve etkileri yetersiz kaldı.
Şubat 2001
dönemine kadar “desteklemeler kara bir
deliktir, ne versen yutuyor” siyasi bakışı ve KİT’lerin kurum zararları
dolayısıyla destekleme alımı yapılacak tarım ürünü sayısı üçe düşürülmüşken bu
tarihten sonra Doğrudan Gelir Desteği (DGD) uygulaması ile tüm tarımsal
desteklemelere son verilerek sadece alan bazlı destekleme uygulamasına geçildi,
ürünü ne olursa olsun sahip olunan tarım alanı üzerinden dönüm (1 dekar) başına
yeni geliştirilen Çiftçi Kayıt Sistemi (ÇKS)’ne dâhil olan tüm çiftçilere para
ödemesine geçildi. Çok kısa süre sonunda ÇKS sistemi kalmasına karşın ödeme şekillerinde
ve alan bazlı tek ödeme dışında ayrıca döviz kuru yüksekliği ve maliyet
enflasyonu etkisi nedeniyle özellikle gübre ve mazot gibi dış kaynaklı
girdilerin zorunlu olarak desteklenmelerine devam edilmesine karar verildi.
Günümüzde
gelinen noktada ise üreticinin neredeyse her alanda desteklenmesi uygulaması
sürdürülmesine karşın aynı işletmeye toplam olarak ne kadar destek sağlanmış
olduğu ve toplam gelirinin ne kadarının desteklemelerden kaynaklandığı konusu ürün
ve işletme bazında ve ulusal düzeyde henüz çok net değildir.
Ülkede bir tarım hukuku alanı var .. mı?
Sorunları tetikleyen kaçak bu mu yoksa?
Tarımsal
piyasaların koordinasyonunu tarımsal girdi ve ürün arz ve talep durumunun bir
anlamda koordinasyonunu sağlayan KİT’lerin piyasadan çekilerek alan boşluğu
oluşturması konusu ve destekleme sistemindeki çok sık değişim durumu yanında,
aslında tarım hukuku açısından çözüm bekleyen bazı sorunlar da tarım sektörünün
yaşanan sorunlarını daha da katmerli bir hale getirdi.
§ Tarım işletmesi bilmecesi .. 1923’den 2020’ye ..
Örneğin “tarım işletmeleri”, akademik ve yasal
tanımlarda yer bulmasına karşın ekonomik bir bütün olarak henüz diğer ticari
işletmeler gibi tescilli ve numaralı değildir. İşletmelerin sahip olduğu tarım
parsellerinin coğrafi koordinatları belirli, tapulama ve kadastro sorunları
büyük oranda belirlenmiştir. Ancak henüz sahip olunacak bir işletme numarasına
göre bir tarım işletmesinin; ticari sicilde firma tipi kaydı olan tohum, fide,
fidan, çiçek vb. alanlarda çalışanlar hariç ne kadar tarım alanına veya kaç
numaralı parsellere veya arazi paftalarına sahip olduğu konusu açık değildir.
Üretici belgesi bellidir, arazi tapusu bellidir ancak bunların tamamının kayda
alındığı işletme numarası yoktur. Sonuç olarak üretici sayısı, işletme sayısı
olarak değerlendirildi, bir üreticinin sahip olduğu toplam tarım alanı da
toplam işletme alanı olarak değerlendirildi. Dolayısıyla bir işletmenin kayıtlı
işletme numarasına dayanarak makro ve mikro ekonomik tarımsal verilerini takip
ve yönlendirme işi zorlaşmış oldu.
§ Topraklarımıza dokunmayın! ..
Tarımın en
önemli üretim faktörlerinden birisi olan “toprak”
konusundaki hukuki değişkenlik, kararsızlık ve karmaşa da tarımın yapısal
sorunları arasındaki yerini devamlı korudu. Tarım dışına kayma, amaç dışı
kullanım, parçalanma, toprak koruma, mülkiyet rejimi, mirasla bölüşüm, arazi
değerleme, satış izinleri, işletme ekonomik bütünlük sınırı, asgari tarımsal
gelire esas büyüklük, vergilendirme ölçekleri, belediye mücavir alan uygulamaları
gibi pek çok taşınmaz mülkiyet konuları tarımsal işletme bağlantılı olarak
devamlı kamuoyu gündeminde yer aldı. İşletme hukuki statüleri netleşmediğinden
en önemli işletme sermaye öğesi olan tarım toprağı konusu işletme yaklaşımından
bağımsız olarak ayrıca ele alınmak zorunda kalındı. Bu durum da tüm çözümlerin
sürdürülebilir olmasına engel oluşturdu. Zorunlu olarak “hiç değilse tarım toprağını koruyalım” bakışı öne çıktı ve toprağın
sadece fiziki büyüklüğünü koruma ve daha fazla parçalanmasını önlemeye ilişkin
yasal düzenlemelere gidildi. Nitekim 2000 yılı sonrasında sırasıyla 5403 ve
6537 Sayılı Yasalar da bu amaçlarla oluşturuldu. Gelinen noktada, tarım
toprakları konusu da hala üzerinde hukuken tartışılan ve çok sık odak konusu
hale gelen bir cazibeye sahip olma özelliğini sürdürmektedir.
§ Hem çiftçi hem de hoca? .. Oh ne ala dünya! ..
Benzer sorun
veya yaklaşım “üretici” veya “”çiftçi”
kimliğini tanımlamada da söz konusudur. Kimler üreticidir veya çiftçidir,
kimler sayılamaz? Çiftçi meslek odası sayılan Ziraat Odaları Kanunu’na göre
belge alan tüm kişiler denilebilir elbet. Ancak bunun ana faaliyet alanı, toplam
işletme gelirinde tarım oranı, alan veya hayvan sınırlılığı, üretici deneyimi
vb gibi kısıtları konusunda herhangi bir düzenleme de bulunmamaktadır. Yani
bugün çiftçiyim yarın değilim, ya da tam tersini diyebilirim.
§ Tarım işçisi kim ki? Yasalara mı soralım? ..
Aynı şekilde
“tarım işçisi” konusu için de benzer
boşluklardan bahsedilebilir. İş Yasası tüm işçileri kapsar ancak tarım
işlerinde ise 50 ve daha fazla sayıda işçi çalıştıran iş yerlerini kapsama alır.
Yani bireysel olarak tarım işçisi yasaya göre işçi tanımı kapsamına girmez ve
yasanın getirdiği koruyucu düzenlemeler tarım işçisini bu nedenle koruyamaz. Bu
nedenle tarım işçileri için ayrı düzenlemeler (2925, mevsimlik işçi vb)
öngörülür. Diğer yandan tam tersine sendikal örgütlenmelere ilişkin yasal
düzenlemelerde tarım işçileri (çoğunlukla belli sayıdan fazla işçi çalıştıran
tarım amaçlı kurumsal firmalarda ve kamu tarım işletmelerinde çalışanlar) ilgili
tarım iş kollarında örgütlenebilir.
Tarım
işletmesi, toprak, üretici ve tarım işçisi varsa bir ülkede tarım da vardır.
Bunlar sorunlu ise tarım da sorunludur. Pansuman önlemlerle yapısal sorunları
çözme ihtimali yoktur. Çözüm geciktikçe sorun da derinleşmekte, tarafları
üzecek radikal politik önlemlere ihtiyaç duyulacak noktaya doğru
sürüklenmektedir. Zaten geçmişten gelen ötelemeler nedeniyle maalesef sorunlar da
günümüze kadar taşınmıştır.
Tarımsal
fiyatlardaki istikrarsızlık ve çok sık dalgalanma eğilimi göstermesi sorunu da
bu sürecin günümüze yansıyan çıktılarından sadece birisidir. Uzun dönemde
yapısal sorunların devamı halinde benzer dalgalanmalarla çok sık
karşılaşılabileceği söylenebilir.
Peki o zaman, .. neler oldu bu fiyatlara .. niçin çıldırdılar ki? .. Doğrular
ve yanlışlar ..
Ancak
kamuoyunda gündeme gelen şekliyle, tarımsal fiyatlardaki “kısa dönemli” etkiye
sahip dalgalanmaların nedenleri de genel ekonomik teoriye uygundur, gerekçeli açıklaması
da kuşkusuz vardır. Mesele konuya kimin, hangi amaçla, nereden ve hangi bilgi
zemininde bakmaya çalıştığıdır. Bir bardak suda fırtına koparma becerisi ancak
sahte doktorun hasta tedavisine benzemektedir. Uzun dönemde “ne olacak bu tarımsal fiyatların hali”
sorusunun cevabı ile günlük pazarda karşılaşılan “neler oluyor bu fiyatlara” veya “fiyatlar çıldırmış olmalı” endişesinin cevabı veya nedenleri aynı
şey değildir. Antalya’ya kepez üzerinden bakan görme sorunlu birisinin, sanayi
sitesi üzerinde gördüğü ufak bir dumandan hareketle “tüm Antalya yanıyor”
bakışına sahip olup panikle tüm itfaiye birimlerini harekete geçirmeye
çalışması gibi bir şeydir.
O halde
nedir acaba pazarda görülen tarımsal fiyat meselesinin aslı? Tarım ekonomisi
uzmanlık alanında, kısa dönemli şok fiyat dalgalanması durumunda nasıl
bakılıyor meseleye?
Gerçekte tarım
ürünleri de bir ticari maldır ve dolayısıyla ticaret kanunlarına göre işlem
görmeli, genel ekonomik kuramlar olan arz ve talebin piyasa yansımasına göre
hareket edilmelidir. Elbette ki piyasa fiyat düzeyi konusu bir aşamaya kadar
arz ve talebi yönlendirici etkiye sahiptir. Ya da tam aksine arz ve talep
düzeyi piyasa fiyat düzeyinin şekillenmesinde yönlendirici etkiye sahiptir.
Ancak bu teorik kuramlar olan “arz ve talep kanunları” tarım ürünleri açısından
sanayi ve diğer ürünlerdeki gibi her piyasa dönemi için aynı etkiyi
göstermemektedir. Buna karşın, tarım da olsa bu iş bir ekonomi işidir ve bir ticarettir
bu nedenle “rekabet gücü yüksek olan
ürünler kalsın diğerleri piyasadan çekilsin” bakışına sahip bazı teorisyen
uzmanlara (!) da kızmamak gerekir tabi.
§ Ekmek ve patates yerine otomotiv yeriz! ..
Zayıf
rekabet dönemlerinde üretici üretimden vazgeçtiğinde buğday, un, ekmek yerine
turizm yeriz otomotiv yeriz! Dünya krizde ve gıda güvenliği tedbiri nedeniyle
diğer ülkeler ihracat yasakları koymamış ise (pandemi nedeniyle gıda stoku tedbiri
durumları hariç!) bulabilirsek bastırır parayı ithalat yaparız. Nazımız
paramıza geçer, tabi ki bizde olmadığı dönemde ürün de bulabilirsek dış
piyasada. Nasıl olsa üretici devamlı tarlada bekler 3 yıl da olsa ara verir
çağırınca gelir, tarım dışına kaymaz, kente göçmez, toprağını da satıp gitmez,
ülke aç kalmasın diye nöbetini sürdürür, borç harç karnını doyurup sermaye
stokunu harcar.
Olmadı
rekabeti zayıf patates ürünü yerine otomotiv, narenciye yerine turistik otel,
pamuk ve susam yerine toplu konut ister imar kanunu değişikliğini bekler
tarlasının başında. Nasıl olsa Osmanlı toprak yönetiminde esas olan tımar
sisteminde ifade edildiği gibi “köylü oğlu köylü”. Cumhuriyet’in kuruluşundan 1980 liberal
ekonomi dönemine kadar “köylü milletin
efendisidir”, çünkü bu dönemlerde milli ekonominin temeli tarımdır. O
dönemlerde teşhis de kendilerine verilen değer de doğrudur. Ancak şimdi sanki
üretici milleti karşılıksız doyuran vakıf kişidir. Kendisi için değil diğer
insanların beslenmesi ve mutluluğu için ülkeyi açlıktan korumak için yaratılmış
seçilmişlerdir. Vazifeleri ve meslekleri kutsal olup aç kalsalar da hayır
işleyip vatandaşı doyurmaktan geri durmazlar, önce komşusunu doyururlar.
Ekonomi mi ! … diğer meslekler için olsa gerektir.
§ Fiyatlarda arz ve talep etkisi .. yıl boyu meyve sebze .. alıştık mı ne?
Tarım ürünü
piyasa fiyatı konusu, ürün çeşidine ve o ürün arzının dönemsellik yapısına ve
arza müdahale edebilme durumuna göre değişkenlik gösterir. Tarımda bir üretim
dönemi kısa dönemdir, üretim sezonu başı ile hasat bitimi arasıdır. Tek yıllık
buğday ve çok yıllık meyve için de aynıdır. Bu piyasa döneminde; tabiat
koşulları ve biyolojik döngü nedeniyle eğer yetersiz arz durumu söz konusu ise
arzı artırma şansı yoktur ancak açık miktar kadar yapılan ithalatla fiyat
dengelenir. Tam aksine eğer arz fazla ise de uygun teşvik yöntemleri ve
yönlendirmelerle stoklanabilir ve hemen işlenebilir olanlar piyasadan çekilir
veya uygunsa ihtiyaç fazlası ihracata yönlendirilir. Kısa dönemde arz esnekliği
düşüklüğü nedeniyle talep düzeyi ürün piyasa düzeyi şekillenmesinde temel belirleyicidir.
Bu yapı
ürünün depolanma, işlenme özelliği ve raf ömrü uzunluğu özelliğine yani çeşide
göre değişir. Fiyat düzeyi değerlendirmesinde yılın tamamına bakılır ve
genellikle iki hasat arasındaki ortalama fiyat düzeyi dikkate alınır. Ancak
hasat dönemi başındaki (1-2 ay) arz yığılmasının doğurduğu fiyat düşüklüğü ile
yeni ürünün hasadı başlamadan önceki arz darlığı dönemlerinde (15 gün – 1 veya
2 ay gibi) çok kısa süreli fiyat yüksekliği dalgalanmaları çok sık yaşanır. Bu
durum sanki doğum öncesi sancıya katlanma ancak doğum sonrası sevincini de üst
düzeyde yaşama sürecine benzer. Acı ve sevinci ayarında yaşayabilmenin en
başarılı yolu da en doğru miktar ve zamanlamayı dikkate alarak şekillendirilmiş
stok ve dış ticaret politikalarıdır.
Diğer yandan
yine kısa dönemdeki fiyat etkisi buğday gibi hububat ürünlerinde benzer özellik
taşımasına karşın raf ömrü çok kısa ve üretim dönemi sadece 4-5 ay olan taze
tüketim ürünleri olan yaş sebzelerde biraz daha farklı bir etki söz konusudur.
Çünkü hem arz dönemi çok daha kısa ve talep çok yüksek hem de arzı taze olarak
yıla yayma imkânı yoktur. Kış döneminde örtü altı sebzeciliği yaz döneminde de
açık tarla sebzeciliği ile ülke ihtiyacı karşılanır. Son 20 yıldır neredeyse
yıl boyunca sebze üretimi devam ediyor ve istenildiği zaman istenilen sebze
bulunabiliyor algısı kamuoyunda yerleşmiş durumdadır. Dolayısıyla iki üretim
sezonu arasındaki geçiş dönemlerinde çok kısa süreli de olsa yaşanan arz
yetersizliği durumlarında talep de bahsedilen algı nedeniyle çok
değişmediğinden fiyatlar da yüksek seyredebilir.
Örneğin örtü
altı üretim sezonu sonuna doğru kalitesi çok düşük de olsa az miktardaki son
ürünün piyasada en yüksek fiyat bulması diğer yandan hasat başındaki en
kaliteli ilk ürünün (çok erkenciler hariç) çok düşük fiyat bulup üreticiyi
şaşırtması gibi durumlar çok sık yaşanır. Nitekim bu süreç çok uzamaz. Ancak
tüketici, örtü altı ve devamında hemen açık tarla üretim zincirine alışmış olup
kesintisiz ve mevsime dayalı üretim ortamını veya mevsim sebzesi diye bir
kavramı (sağlık yönlü bakanlar hariç) dikkate almadan her sebzeyi talep eder
bir duruma gelmiştir. Üstelik taze tüketim talebi sadece hanelerce değil
oteller, restoranlar, fast food zincirleri, manavlar, işleme sanayi ve
ihracatçılar tarafından da neredeyse yıl boyu sebze talep edilir bir duruma
gelinmiştir. Yani yeni normalimiz “yıl boyu aynı sebzeyi bulabilme” olmuştur.
Hal böyle olunca da arzın çok yetersiz olduğu çok kısa dönemlerde ortaya çıkan
fiyat artışları da “neler oluyor fiyatlara”, “fiyatlar çıldırmış olmalı”
algısını ve söylemini yüksek perdeye taşımıştır. Oysa tarımda modern yöntemler,
bilgi ve teknolojiler kullanımı sayesinde sebze arzını yıl boyuna yaymanın “konforu”
yerine maalesef biyolojik kısıtlar nedeniyle çok kısa sürede ortaya çıkan
dalgalanmanın getirdiği “panik” daha fazla görülür olmuştur.
§ Sakla samanı gelir zamanı .. Eyvah karaborsaya mı düştük? .. Doğru depo doğru
fiyat ..
Tarım
ürünleri, hasat döneminin hemen ardından bir anda tamamen tüketilemezler ve
ürün özelliğine göre süresi değişmekle birlikte depolanabilir olanlar
depolanır, piyasa talep ve fiyat düzeyine uygun zamanlarda periyodik olarak
pazara sunulurlar. Meyveler soğuk hava depolarında, hububat ve baklagiller ise serin
ortamlarda veya lisanslı depolarda muhafaza edilirler. Depolama işlemi; borsa,
kooperatif, depo işletmecisi veya diğer özel firmalara ait depolarda tüccar, üretici
veya firma tarafından gerçekleştirilirler. Depo sayısı, kapasitesi, depolanan
ürün çeşidi ve miktarı gibi konular kayda ve bildirime tabi olup Ticaret
Bakanlığı ile Tarım ve Orman Bakanlığı ilgili birimlerince denetlenir ve izlenirler.
Ayrıca ürünlerin toptan veya perakende satış usulleri için farklı yasal
düzenlemeler uygulanır.
Ancak
“depola, çıkar sat, bekle, şu fiyatı uygula” gibi serbest piyasa koşullarına
aykırı çok sert kamu yönlendirmeleri söz konusu olmayıp ticari karlılık dikkate
alınarak ürünlerin piyasa sunumu gerçekleştirilir. Sadece ihtiyaç halinde
çeşitli kamu destekleme müdahalesi yolları ile piyasadaki ürün miktarı ve
fiyatları konusunda düzenlemeler yapılabilir. Ancak bu durumda, ekonomik olarak
ortaya çıkacak olası firma, tüccar, kooperatif, KİT veya üretici kayıpları
karşılanır.
Velhasıl
aslında depolama ve ürün piyasaya sevk ederek arz ve talep dengesini sağlama,
sağlıklı piyasa fiyatını oluşturma konularında bilinmedik bir boşluk yoktur.
Tarım ürünlerindeki tüm bu izleme ve kontrol sistemlerine karşın “karaborsa fiyatı oluşumu” ihtimali ve
varlığından nasıl bahsedilebilir? Olsa olsa bilinene göz yumulabilir. Ancak bu
noktada, ülkenin depolama politikası konusunda; “ulusal ürün depolama kayıt ve izleme sistemi” geliştirilmesi
konusundaki açığın da hızla kapatılması gerektiği de söylenebilir.
§ Pazarlama maliyeti üretim maliyetini geçerse .. Ne olacak şimdi?
Diğer
ürünlerde olduğu gibi tarım ürünlerinde de ürün piyasa fiyatı oluşumunda temel
yaklaşım; üretim maliyeti, enflasyon ve döviz kuru yansıması, pazarlama
maliyeti ve kar payı ilavesidir. Üreticinin temel amacı, bir sonraki üretim
dönemi için gerekli olan üretim maliyetlerini karşılayacak ve hiç değilse
zorunlu ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek geliri sağlayacak bir fiyat düzeyini
yakalamaya çalışmaktır. Ancak çok sık olmamakla birlikte bazı normal süreç dışı
dönemlerde ve bazı özellikli ürünlerde ürün pazarlama maliyetleri üretim
maliyetlerinin üzerine çıkabilir. İşte örtü altı sebze ve meyve üretim
faaliyeti de bu istisnalardan birisidir.
Ürün
pazara sevk aşamasından sonra başlayan nakliye, aracı ve transfer sayısı, raf
muhafaza süresi, satışa sunum şekilleri ve yeri gibi pek çok konu ürün
kayıplarını artırır ve bunların satış fiyatına yansıması sonucunu doğurur. Bir
de iklim koşulları ağırlaşırsa kim tutar pazarlama maliyetini?
Alışmak
gerekir bu duruma, eğer üretici örgütleri üzerinden pazarlama işlemleri
sürdürülemez ise elbette. İlk üretimden son tüketiciye ulaşma aşamalarındaki
üretici rolü, çoğunlukla bireysel satışı yapıp ürün bedelini alma noktasında
sonlanır. Oysa pazarlamanın üretici örgütleri üzerinden sürdürülmesi durumunda,
fiyat düzeyi dâhil diğer tüm alanlarda üretici sorumluluğu artar ve üretim
maliyeti ile pazarlama maliyeti arasında bir denge kurulabilir. Aksi halde her
aşamadaki transferci, kendi kar payını veya hizmetinin bedelini mevcut fiyat
üzerine zorunlu olarak bindirir, bu olmaz ise ürünün tüketiciye ulaşması da
sağlanamaz.
“Haydi üreticiler haydi, tabelada değil
uygulamada örgütlenin de bu fiyat paradoksundan tüm ülkeyi çıkaralım” ne dersiniz! Yoksa her kış döneminde biber ve domatesi,
enflasyon şampiyonu yapmaya alışıldı mı?
Ürün
fiyatları konusunda bir de “pandemi”
etkisi oldu maalesef; karaborsa, depolama, tedbir talep artışı, panik panik. Değişen
ne oldu? Depolamayı ve nasıl fiyat oluştuğu artık bilindiğine göre anlaşıldı ki
panikle arz artmadı da azalmadı da. Yarın alacağımızı bugün gidip aldık. Oysa
stok aynı tüketeceğimiz de aynı. İhracat da yasaktı. Demek ki raftaki ürün
fiyatlarında oynama var, o zaman denetlenmeli elbette.
Eğer arz
miktarında stok durumu, yeni ürün hasat etme durumu, yeni ekim yapamama durumu
veya olanı ihracata gönderip ürün bulamama durumu gibi ciddi bir dalgalanma yaşanmamış
ve de beklenmiyorsa “pandemi paniğinin”
anlamı nedir? Herhalde sosyal medyadan kaynaklanan, AB ve diğer ülke
vatandaşlarının gösterdiği tepkilerden etkilenen “tüketici davranışı yönlenmesi” ve “algıda yaşanan değişikliğin” panikle pazara yönelmesidir.
Elbette bu
marjinal durum fiyatlarda kısmi dalgalanma getirdi. Ancak orta ve uzun dönemde
panik etkisi geçince dengenin sağlanacağı da aşikardı. Aslında tam da böyle
oldu. Pandemiden kaynaklanan arz yetersizliği veya talep patlaması nedeniyle
değil “enflasyon ve döviz kuru artışının
yol açtığı maliyet enflasyonu” etkisi oldu. Özellikle dış kaynaklı mazot ve
kimyasal gübre fiyatlarındaki yükselme ürün maliyetlerine aynen de olmasa
negatif olarak yansımış oldu. Nitekim bu nedenledir ki kamu destekleme
politikası ile tarımda maliyet enflasyonu etkisinin azaltılmasına çalışıldı. Sonuçta
piyasa fiyatı düzeyinin esas sebebi bu dönemde “pandemi değil yüksek enflasyon” oldu.
Bahar
döneminde ortaya çıkan pandemi etkisi, gözleri baklagiller ile yaş meyve ve
sebzeye yöneltti. Baklagiller Haziran 15 sonrasında hasada başlandı, bahar
döneminde sadece stoktan kullanıldı ve zaten stokların da azalmaya başladığı
bir dönemdi. Ancak bu süreçte ihracat amaçlı stoklar da iç piyasaya
yönlendirildiğinden, yaklaşık 2 yıllık stok ülkeyi sıkıntıdan kurtarmış oldu.
Şimdi de piyasalar sakinleşti ve hem stoklama hem de ihracat hazırlığı başlamış
oldu. Yaş meyve ve sebzede de arzın son dönemi olduğu, bu nedenle zaten
fiyatların bir miktar artacağı belliydi. Geçmiş yıllardan çok daha farklı bir
gelişme olmazken neredeyse ülkede pek çok aktör “tanzim satışçı” olmaya karar verdi. Özetle panik, panik ...
Son söz
Tarım
ürünleri canlı bir materyal olup insan sağlığına uygun biyolojik raf ömrü
sınırlı, tarımsal faaliyet ve ürün arzı tabiat koşullarına bağlı ve zorunlu
tüketim malı olup beslenme ve yaşamsal önem düzeyi nedeniyle aile bütçesinde en
az fedakârlık yapılacaklar arasında yer alır. Hem ürün arzına hâkim değiliz ve
her üretim döneminde farklı risk unsurları ile karşı karşıyayız hem de her ne
olursa olsun ürün piyasa fiyat düzeyleri karşısında kısa dönemde “arz ve talep esnekliği düşüklüğü”
gerçeğini değiştiremiyoruz.
Tüm bu açıklamalar bir bütün olarak
değerlendirildiğinde;
§ tarım ekonomisi eğitiminin önemi hala
anlaşılamamış,
§ tarımsal piyasalar üzerine inşa
edilen KİT’lerin özelleştirilmesi sonrasında özellikle arz kontrolü konusunda
ciddi dalgalanma yaşanmış, oluşan piyasa boşluğu üretici örgütlerince
doldurulamamış,
§ tarımsal faaliyetin yapıtaşı olan
işletme, toprak, üretici ve işçi konuları hukuki açıdan dağınıklık veya
belirsizlik sürecinden kurtulamamış olduğu görülüyor.
Hal böyle
olunca da tüm resme bakmak yerine, kökleri geçmişte yatan ve çözüm bekleyen pek
çok yapısal düzenleme gerektiren konuyu ve bunların günümüze kadar uzanan
etkilerini ve yansımalarını ihmal edip neden-sonuç ilişkilerini sadece
bulunulan dönemde arama, üstelik konu uzmanı olmadan sanal bilgiçler olarak
değerlendirmeye çalışma “ağzı olan
konuşuyor” yakıştırmasını maalesef çok doğru bir hale getirdi.
Gelinen
noktada, tarımsal ürünler piyasa fiyatının sağlıklı şekillenmesi için; orta ve
uzun dönemde tarımda belirtilen yapısal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi
gerektiği, kısa dönemde ise acil olarak “Tarımsal
Piyasalar İzleme ve Değerlendirme Kurumu” kurarak tüm bu dalgalanmaların sadece
bu kurum üzerinden izlenmesi gerektiği söylenebilir. Sağlıkta filyasyon ekibi
virüs taşıyıcılarını bulduğuna göre bu kurum da “Tarımda Filyasyon Kurumu” gibi fiyatları oynatanları bulur elbet.
Niçin olmasın?
Yoksa ağzı olan konuşuyor! ..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)